Terim olarak tevriye şiir veya nesirde, yakın ve uzak iki anlamı bulunan bir lafzın, zihne ilk anda gelen yakın anlamının değil de uzak anlamının kastedilmesidir. Başka bir deyişle tevriye, en az iki anlama gelen cinaslı veya çok anlamlı bir kelime veya ibarenin bir anlamını kullanıp diğer anlamını ifadenin içine gizlemedir.[1] Sözü duyan kimse ilk anda yakın anlamın kastedildiğini sanır. Çünkü lafzın yakın anlamı göstermesi açık ve bu anlamda kullanılması daha yaygın, uzak anlamı göstermesi ise gizli ve bu anlamda kullanılması ise daha azdır. Ancak tevriyede, ilk akla gelen yakın anlam değil, gizli bir karineye binaen uzak anlamdır. Lafzın iki anlamı da eşit şekilde anlaşılıyorsa bu durumda tevriyeli değil mücmel bir ifadeden söz etmek mümkündür.[2] Uygun düştüğünde sözü açıkça söylemek yerine tevriyeli bir üslup kullanmak o sözün etkisini daha da artırır. Tevriye kalpte etkili olan en önemli edebi sanatlarından birisidir.[3]

Tevriye günlük hayatta zor durumda kalıp da yalan söylememek istendiğinde başvurulan bir yoldur. Sahabeden Suveyd b. Hanzala’nın yaşadığı bir olay buna örnek olarak verilebilir. O, şöyle anlatmaktadır: “Rasulullah (s)’a gitmek üzere yola çıkmıştık. Beraberimizde Vail b. Hucr da vardı. Yolda onu bir düşmanı yakaladı. Ben, ‘O (Vail değil benim) kardeşimdir.’ diyerek yemin ettim. Bunun üzerine onu serbest bıraktılar. Rasulullah (s)’a gelince olup biteni anlattım. O da, ‘Doğru söylemişsin, Müslüman Müslümanın kardeşidir.’ buyurdu.”[4]

Kur'an’da anlatılan Hz. Yusuf kıssasının bir bölümünde onun planı gereği, kaybolduğu gerekçesiyle hükümdarın su kabının aranmasından söz edilmektedir. Bu bağlamda Hz. Yusuf’un kardeşlerine, “Hükümdarın su kabını arıyoruz. Onu bulup getirene bir yük zahire var ve ben buna kefilim.” (Yusuf, 12: 72) denilmesinde de bir tevriye söz konusudur. “Su kabı” diye çevirisini aktardığımız kelimenin Arapça’daki orijinali olan suvanın hükümdara ait olduğunun bildirilmesi orada kaçamaklı bir tevriyenin kastedilmiş olduğunu göstermektedir. Tasın hükümdara ait olduğunun belirtilmesinden onları başka bir heybetle korkutmak amacı güdüldüğü anlaşılıyorsa da bundan Aziz olan Yusuf veya bizzat hükümdar da kastolunuyor olabilir. Yusuf'un kendi eliyle koyduğu şeyin, herhalde Yusuf’a ait olması gerekir ve muhtemelen o daha önce hükümdar tarafından ona hediye edilmiş kıymetli bir şeydir.[5]

Tevriyeli ifadelere dair bir örnek de “Hayır, yıldızların (nucûm) yerlerine yemin ederim.” (Vakıa, 56: 75) ayetidir. Ayetin orijinalindaki nücûm, yıldızlar mânâsına geldiğine göre onların mevkileri battıkları veya doğdukları yerler, yani batı ve doğuları, yahut gökteki bulundukları yerleri, burç ve menzilleri, yahut akan yıldızların düştükleri mevkiler, veya kıyamet günü döküldükleri zaman düşecekleri yerler olmak üzere dört beş değişik yorumun her birine yahut da hepsine ihtimali vardır. Ancak bu âyette nücûmu, Kur'ân'ın yıldızları yani her indirilmede gelen âyetler, indirilen kısımlar şeklinde yorumlamak mânâya daha uygun düşmektedir. Bu anlam tevriye suretiyle de olsa her halde kasdedilmiş olacağından, nücûmu yıldızlar diye terceme etmemek gerekir.[6]

Allahu Teala en doğrusunu bilir.

18 Ekim 2012 (Memleket Gazetesi)



 [1] Bulut, Ali, “Kur'an-ı Kerim’in Anlaşılmasında Belagatın Rolü: Tevriye Sanatı Örneği”, Editör Bilal Gökkır ve diğerleri, Tarihten Günümüze Kur'an’a Yaklaşımlar, İst., 2010, s. 69-70.

[2] Üsame b. Munkiz’den naklen bkz. Bulut, a.g.m., s. 71.

[3] Bulut, a.g.m., s. 88.

[4] Ebu Dâvud, Eymân 8; İbnu Mâce, Kefârât 14.

[5] Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 c., Eser Neşr., İst., 1979, IV, 2898. Hz. Yusuf’un hükümdarın su kabını kardeşinin yüküne koymak suretiyle, Mısır’a alışveriş yapmak için gelen kardeşlerine yönelik hazırladığı bir plan doğrultusunda,  bir tellal, “Hey kervan! Siz hırsızsınız, hırsız.” (Yusuf, 12: 70) şeklinde seslendi. Bu ayetteki tevriyenin de onların Yusuf’u adeta babasından çalıp kuyuya atmaları olduğu söylenmektedir. Ne var ki, tellalın bu tevriyeyi kullandığını söyleyebilmek için Hz. Yusuf’un kardeşlerinin zamanında ona yaptıklarını biliyor olması gerekir.

[6] Yazır, a.g.e., VII, 4722.