Tasavvufi meselelere fıkhî bakış
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Orhan Çeker Tasavvufi Meselelere Fıkhî Bakış adlı eserini Nisan 2010’da okuyucuyla buluşturdu. Eserde sayısal zikir, rabıta, tevessül, şefaat gayb vb. konular ele alınmakta. Bu yazıda biz kitapta ele alınan tevessül konusunu “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” kapsamında değerlendirmek istiyoruz.
Yazar, kolay anlaşılsın diye tevessül kavramını herhangi bir makama işi düşen kimse teşbihiyle anlatmaktadır. Nasıl o kişi, doğrudan makama çıksa bile sözünü hakkıyla dinletemeyecekse ve bu nedenle o makamın hürmet ettiği değer verdiği birisiyle giderse ancak o durumda işi rahat görülüyorsa -teşbihte hata olmasın- Allah’tan bir şey isterken de onun hürmet ettiği birisiyle sözgelimi “Yar Rabbi! Habibin Muhammed hürmetine…” diyerek Allah’tan bir şey istenebilir. Çeker, bu teşbihi kullanacağına Hz. Ömer’in makamına doğrudan ulaşılabildiğine dair anlatılardan örnek verseydi (dönemin e-devlet anlayışı da denebilir buna) tevhide daha uygun bir benzetme olurdu. Zira Allah bize uzak değildir ki biz araya birini koyarak ona dua edelim! O bize can damarımızdan daha yakındır. Onun bize uzak olduğu iddiası düzmece varlıkları “Allah’a yaklaştırsınlar diye” değerli gö(ste)ren kimselere ait değil midir? Ayrıca Hz. Muhammed (s) Allah’tan daha üstün değildir ki Allah ona hürmet etsin!
Yazar yine Müslim’in hadis kitabından nakille “Ya Rabbi! Ey Cebrail’in, Mikail’in ve İsrafil’in Rabbi..” ifadesinin Hz. Peygamber (s)’in meleklerin adını zikrederek tevessülüne örnek olarak vermekte. Yazarın dediği gibi olsa bu durumda “doğu ve batının, âlemlerin, Hz. Musa ve Harun’un (Araf, 7: 122), Firavun ve ileri gelenleriyle onların atalarının (Şuara, 26: 26) ve hatta Şi’ra yıldızının (Necm, 53: 49) Rabbi olan Allah’a onlarla da” tevessül caiz olmaz mı?
Yazar yine Müslim’in rivayetinden yola çıkarak Hz. Peygamber (s)’in tırnağıyla, sakalıyla, abdest suyuyla tevessülün caiz olduğunu ve materyalist bir mantıkla caiz dememenin ise yanlış olduğunu ileri sürmektedir. Hatta ona göre Hz. Peygamber (s) saç ve sakal traşının ardından kesilen kısımları bizzat kendisi dağıtımıştır. Komutan Halid b. Velid savaşa çıkarken her seferinde yanında Hz. Peygamber (s)’in sakalının bulunduğunu ve savaşları onun hürmetine kazandığını ifade etmiştir. Ancak yazar, Uhud’da niçin Müslümanların bu tedbiri almadığından bahsetmemektedir. O savaşta bırakın sakalını, Hz. Muhammed (s) tüm varlığıyla oradadır ve onun hürmetine o savaşta başarı elde edilememiştir (Çünkü ilahi yardım “yapılan işin gereğini yapma sonucu” tezahür eder). Kendisinde Hz. Peygamber (s)’in sakalı olan Halid b. Velid’e ordu her seferinde “sakal hürmetine” itaat etmiştir ve bu sayede hep başarı gelmiştir de yine Müslümanlardan oluşan ve sakalın sahibi Hz. Muhammed (s) önderleriyken niçin “her defasında” başarı elde edilememiştir? Günümüzde birçok camide “sakal-ı şerif” mevcut iken niçin Müslümanlar özgür değildir?
Çeker yine tevessülden bahisle “(Müslümanların) Rasulullah (s)’ın hem zatı ile hem de kullandığı eşyalar ve onun vücudundan bir parça ile tevessülde bulunduklarını görüyoruz.” diyerek onun vefatının ardından da tevessülün şirk olmayacağını, zamanın bir şey fark ettirmeyeceğini ileri sürmektedir. Halbuki put edinilen kimseler ya döneminin hürmet edilen ya da cebren hürmet ettirilen kişileridir. Öldükten sonra onların anısına heykeller yapılır ya da sahip olduğu eşyalar sergilenir ve onlara kutsallık atfedilir. Çeker’in dediği gibi olsa Hz. Nuh döneminde Ved, Suva, Yağus, Yeuk ve Nesr (Nuh 71: 23-24) adlı (zamanında iyi kimseler olduğu iddia edilen kişiler adına imal edilmiş) putlar ile Allah’a tevessül edenlere ne denebilir? Yine peygambere ait şeyler ile tevessül caiz ise bir kazı sonucu Hz. Süleyman’ın yaptırdığı heykeller (Sebe, 34: 13) bulunursa onlar ile tevessül de caiz olmaz mı? Caiz olursa o heykellerin müşrik kimselerin putlarından (küçük tanrılarından) farkı ne olur?
Yine Rasulullah (s) vefat ettikten sonra bile onunla tevessül caiz oluyorsa Müslümanların; Hz. Muhammed (s)’in ölümünün ardından onun bırakıp yağmur dualarına (Bedir savaşına ya da Mekke’nin fethine kadar Müslümanlığı tercih etmemiş) amcası Abbas’ı davet ettiklerine dair rivayeti nasıl yorumlayacağız? Bu rivayet sahih ise, Hz. Peygamber (s)’in vefatının ardından onunla tevessülül terk, yazara göre acaba erken dönemde başlayan bir sapma mıdır?
13 Mayıs 2010 (Memleket Gazetesi) yazının düzeltilmiş halidir.