Bu ara “maşallah” denecek yaşa (41) geldik. Ahiret yurdu kendisini daha bir kuvvetli hissettiriyor. Yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Yıllardır İslam’ın tüm hayatımızı kuşatan bir din olduğunu tüm Kur'an-ı Kerim’den sorumlu olduğumuzu vurgulayıp durduk. Gönül istiyor ki ölmeden önce bunun pratiğini de görelim.
AK Parti Hükümeti Türkiye’de yeni anayasanın 2011 seçimlerinden sonra yapılacağını duyurdu. Ancak ne hükümetin ne de İslami duyarlılığı olan sivil toplum örgütlerinin İslam’ın Türkiye’de bir bütün olarak hayata aktarılması gibi bir gündemi yok. Varsa da biz bilmiyoruz. Türkiye Cumhuriyet’nin otoriter yönetimli ilk yıllarında, “şimşekleri üzerine çekmeme” adına kendilerini “milliyetçi ve muhafazakâr” olarak tanımlayan Müslümanların; kendileri, çocukları ya da torunlarından bir kısmı, süreç içinde nasıl milliyetçi ve(ya) muhafazakâr oldularsa, benzer şekilde günümüzde de yine Müslümanlar arasında “demokrasiyi bir süreç” olarak görme eğiliminden, “ideal düzen” olarak görme eğilimine ve dolayısıyla kendini “demokrat” olarak tanımlamaya doğru hızlı bir yöneliş söz konusu. Güya demokrasi Türkiye’de tesis edildiğinde Allahu Tealaya kulluk vazifemizi yerine getirmiş ve ahirette da cenneti hak etmiş olacağız!
Demokratik bir yönetimin doğal sonucunun İslam hukukunun yürürlüğe konması olduğunu iddia edeecek değiliz. Ancak Türkiye’deki bu iyileşme sürecinde İslam hukukunun tatbikini talep de mi edemeyiz/etmemeli miyiz? Bugün değilse ne zaman talep edeceğiz? Yoksa dinin bir kısmı nesh oldu da, artık o kısmıyla bizim bir işimiz gücümüz mü yok? Müslümanın 24 saati artık Kur'an-ı Kerim’in bir kısmını hariç tutarak mı şekilleniyor?
Ahirette “Rabbim gerçekten kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (mehcur bir kitap) olarak bıraktı!” (Furkan, 25: 30) şikâyetinin muhataplarından birisi de biz olursak ne cevap vereceğiz? Farklı inanç kesimlerinin hukukunu yok saymayan İslam hukukunun tüm toplumu kuşatacak şekilde yürürlükte olmasını sağlayamasak bile hiç olmazsa böyle bir derdimizin olduğunun şahitliğini yapmamız gerekmez mi? En azında ahirette gittiğimizde, “Rabbimiz! Biz dinini yaşamak ve yaşatmak için elimizden geleni yaptık ancak bu kadar becerebildik, affet bizi!” deme imkânını elde etmiş oluruz.
“İyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma” görevimiz gereği bu gidişin pek hayra alamet olmadığını hatırlatmış olalım. Tek derdimiz özgürlükleri savunmak değil. Sorumluluklarımızı da unutmamalıyız. Vakıfların ve derneklerin “ahiret bilincine sahip başkanları ve üyeleri” gündemlerine bu konuyu da almalı. Yoksa bir nesil Kur'an’ın bize ne dediğinden, bizden ne istediğinden habersiz bir şekilde hayatını idame ettirip vefat edecek ve adeta ahirette “Rabbim biz sevabımıza demokrasi mücadelesi veriyorduk, onu dinimiz zannetmiştik!” diyecek ve büyüklerinden şikâyetçi olacaklar.
Bu konuda “İktidarı sıkıştırmayalım!” söyleminin de sorunu çözmediği kanaatindeyim. Madem seneye anayasa yapılması gündemde, bari yeni anayasada “laik Müslümanlara” (Bilimsel terminolojide kabul görüp görmemesi ayrı ancak fiili olarak mevcut bir kesim bu.) değil “İslam’ı bir bütün olarak yaşamak isteyenlere İslam hukku uygulanır.” şeklinde bir maddenin yer alması talebimiz olmalı. Birtakım kardeşlerimizin “Yahu kendisini laik olarak tanımlayan devletten bu istenir mi?” demeleri muhtemel. O kardeşlerimiz de İsrailoğullarının esaretten kurtuluşu kıssası üzerinden iktidar ve iktidardan talepte bulunma konusunda bir daha düşünsünler derim. Ayrıca özgürlüklere değer veren mevcut iktidarın bu talebimize “karşı” olmayacak bir iktidar olduğu kanaatindeyim.
“Zamanı mı?” diyenler olabilir. Benim için evet öyle. Ahiret yurdu yakın pişman olacaklardan olmak istemiyorum. Hayatın tümünde İslam’ın –hukuki yönü de dahil- güzelliklerinin kendisini göstermesini arzuluyorum. Şahit olun!


11 Kasım 2010 (Memleket Gazetesi)