Ahmet Turan Alkan Aksiyon dergisindeki “Sünnetullah’ta din-bilim çatışması olmaz; çünkü…” adlı yazısında (19 Şubat 2008) bir dönem orduyu darbeye çağıran Prof. Celal Şengör’ün şu sözlerine yer veriyor: “Din, belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur ve yanılmaz olduğu iddia edilen bir veya birkaç tanrının vahiyleri olan dogmalarından vazgeçemez. Bilim ise sürekli olarak gerçeği arayan ve gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bir düşünce sistemidir. Bilim, bitmeyen bir deneme-yanılma süreci içerisinde daima yanlışları eleyerek hakikate asimtotik olarak yaklaşır. Ancak hepinizin bildiği gibi, tek bir ters veri en ihtişamlı teoriyi çöpe atmaya yeterlidir. Dinin pek çok dogması bilimin isbatları karşısında bu şekilde çöpe gitmiştir. Bugün artık ne dünyanın yedi günde yaratıldığına, ne Nuh Tufanına, ne de Havva ile Âdem masalına inanmak mümkündür. ‘Üniversitede yasak olmaz’ diyenlerin, üniversitede yanlışlığı ispat edilmiş fikirlerin artık kullanılamayacağını ve öğretilmeye devam edilmelerine izin verilemeyeceğini anlamış olması gerekir. Bu nedenle coğrafya derslerinde düz bir dünya veya fizik derslerinde Aristo fiziği öğretmeye kalkan hocalara izin verilemez.”
Alkan, yazısında Şengör’ün bu sözlerine cevap niteliğinde şunları ifade ediyor: “İslâmî menşeli bilim tarihi sürecinde bilimin dinle, dinin bilimle çatıştığı görülmez. Prof. Şengör’ün henüz farkında olmadığı anlaşılan bu durum, -âlim olması şart değil- her âkıl Müslüman’ın pek iyi bildiği “Sünnetullah” kavramından doğmaktadır. Müslüman bilim adamlarının bilime bakışları, Faustiyen bakış açısından çok farklı olarak, Tanrı’nın insandan gizlediği ve yasakladığı sırları, Tanrı’ya rağmen keşif ve öğrenme arzusundan kaynaklanmaz; onlar sadece bilimin temel konusunu teşkil eden evrende Sünnetullah’ın, yani Allah’ın evreni nasıl kurguladığını, yani tabiat kanunlarını ve bu kanunların işleme biçimini merak eder ve araştırırlar. Bu epistemik vaziyet alış, bilim namına bulunan, icat ve keşfedilen her şeyi kendiliğinden Allah’ın sünneti kategorisine sokar ve bulunan şey ne kadar yeni, şaşırtıcı, hatta sarsıcı olursa olsun -seküler bilgi- karakterini kaybetmeden ‘din’in içerdiği bilgi mevkiine geçer.
Görüldüğü kadarıyla Alkan, sünnetullahı tabiat yasaları olarak algılamaktadır. Firuzâbâdî, Kur'an-ı Kerim’de ilahi yasaları ifade etmek için kullanılan sünnetin tabiat, davranış ve yol anlamına geldiğini söyler. Kura'n-ı Kerim, peygamberlerin bulundukları bölgeden sürgün edilmelerinin ardından oradaki toplumun da pek az süre orada kalabileceklerini belirttikten sonra, “Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.” (İsra, 17: 77)  diyerek sünnetullahın sosyal hayatla ilgili bir yasa olduğunu belirtir.
Sünnetullah, “Onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanan yasadan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” (Fatır, 35: 43) ayetinde de Allah’ın cezalandırma şekli anlamına gelmektedir. Peygamberleri yalanlayanlara azap inmekte, Allah, peygamberleri yalanlayanlardan risalet karşıtı komplolarına karşılık onları cezalandırmakta ve bu ilke asla değişmemektedir.
Kur'an’daki kullanımlarına işaret ettiğimiz sünnetullah kavramı “Kur'an’ın hiçbir yerinde” Alkan’ın ifade ettiği gibi doğa yasaları anlamnda kullanılmamaktadır. Bundan evrenin işleyişinin rast gele olduğunu kastetmiyoruz. Kur'an-ı Kerim evrenin işleyişiyle ilgili kader, izn ve emr gibi kavramları kullanmaktadır. Ancak sünnetullah bu kullanımın dışındadır.
Nasıl “Ümmetin ihtilafı rahmettir.” şeklinde sahih bir hadis olmadığı halde birçok Müslüman araştırmaya bile ihtiyaç duymadan bu sözü doğru kabul edip tevile yöneliyorsa (Çünkü Kur'an, Allah’ın ihtilaf edip duranlara azap edeceğini (Âlu İmran, 3: 105) söylemektedir.), benzer şekilde sünnetullah kavramı da salt toplumsal yasaları ifade etmesine karşın tabiat yasaları imiş gibi algılanmakta ve anlatılmaktadır.

Kavramları yerli yerince kullanmak doğruların kavranması ve yaşanması konusunda önümüzü açacaktır.