Özgür Üniversite
Selçuk
Üniversitesi rektörü Süleyman Okudan, Senato Odası’nda bir basın toplantısı
yaptı. Konuşmasında, “Öğrencileri şu veya bu şekilde yanına çekmeye çalışan
bölücü faaliyetlere karşı uyanık olunması gerekir. Ülkemiz üzerinde oynanan
oyunlar, yürütülen iç ve dış yıkıcı faaliyetler dün olduğu gibi bugün de devam
etmektedir. Ancak milli birliğimizi bozmak, devletimizi yıkmak için olumsuz
düşünceye sahip hainlerin karşısında bizlere düşen, ülkemize ve milli
bütünlüğümüze sahip çıkmaktır.” dedi.
Sayın
rektör hakkındaki genel kanaatimin olumlu olduğunu daha önce kendisi ve Selçuk
Üniversitesi hakkında yazdığım (18 Ağustos 2005) yazıda belirtmiştim. Bu nedenle basın toplantısında
sarf ettiği bazı sözlere dair söyleyeceklerimin “iyi niyetli bir katkı” olarak
algılanmasını isterim.
Rektörün
gençleri “kötü yola düşmeye hazır” yaş grubu olarak görmesini makul bulmadığımı
ifade etmeliyim. Üniversite öğrencilerini ne zaman “yetişkin” olarak göreceğiz?
Niçin bizim öğrencilerimiz hep saf oluyor? Niçin bu kadar kolay
kandırılıyorlar? Anne, baba ve öğretmenleri onları hep “el bebek gül bebek” mi
yetiştiriyor? Kurtlar niçin hep onları kapıyor? Onları bir fanusun içinde
yetiştirmek zorunda mıyız? Niçin “doğruyu ve yanlışı” ayırt edemiyorlar?
Bence
onları asıl korunmaya muhtaç hale getiren aşırı korumacı bir yaklaşımla onları
“hayatın dışına” itmek ve siyasetin dışında tutmak. Onları apolitik varlıklar
olarak düşünmek ve yetiştirmek hatta onlara siyaseti yasaklamak. Okudan’ın “bölücü
faaliyetlere karşı uyanık olunması gerektiği” vurgusu görebildiğim kadarıyla,
insan hakları ve özgürlüklerinin genişletilmesine yönelik bir arzuyu
göstermiyor. Ülkemizin üzerinde oynanan oyunlar her ülkede olduğu gibi devam
edecektir. Bunun son bulması demek aslında hayatın durmasını beklemek gibi bir
şeydir. Bu bağlamda, Türkiye’yi “istisnai” bir ülke olarak görmemek gerekir.
Her ülkeyi içeriden ve dışarıdan ülke halkının zararına tehdit edenler olur.
Ancak ülke yönetimi halk tarafından “sahiplenilmiş” ise o durumda “yıkıcı”
hareketler zarar veremez. Hele hele insanlar neye inandıklarını ve
düşündüklerini üzerlerinde bir baskı hissetmeksizin ifade edebiliyorlarsa o
zaman ne diye “yıkıcı” çevrelere prim verecekler ki!
Gençlere
uygun görülen şey kampüsün yeşil alanlarında yuvarlanmak, kafelerinde hoplayıp
zıplamak olmamalı. Üniversite hayatı boyunca eğlenen ve “bilim” öğrenen
gençler, kullanılmaya daha müsait olmazlar mı? Hayatın içinde olsalar,
öğrendiklerinin hayattaki karşılığıyla iç içe yetişseler ülkelerinin
geleceklerini garanti altına almaları daha da kolaylaşmaz mı?
Üniversiteli
öğrenciler kulüplerini kendileri idare etseler, isteyen Abdurrahman Dilipak’ı,
isteyen Doğu Perinçek’i, isteyen de Atilla İlhan’ı üniversiteye konuşmacı
olarak davet etse kıyamet mi kopar? Acaba yapılması gereken, öğrencileri
fikirden, siyasetten uzak tutmak mı yoksa onlara geleceğimiz üzerine kafa
yormayı ancak fikri farklılıktan dolayı kimseyi de “yok saymamayı” öğretmek mi?
Sözgelimi,
öğrenci kulüpleri “düşünceleri doğrultusunda” dergiler çıkarsalar, üniversite
yönetimi onları ayrım yapmaksızın desteklese, öğrenciler faydalı bulduklarını
alsalar, diğerlerini bir kenara bıraksalar, üniversite yönetimi onlar için bir
Hyde park olsa iyi olmaz mı? Bizim gençlerimiz “hiçbir zaman ve zeminde İngiliz
gençler gibi olamaz, hemen kandırılıverirler.” diye bakmak aslında onların
saflığının pek de “hayra yorulacak” ölçüde olmadığı anlamına gelmez mi?
“Bak
sen de Selçuk üniversitesi mezunusun ve insan hak ve özgürlüklerinden yanasın.
Seni de bu kurum yetiştirmedi mi?” diyenler de olabilir. Evet, bu üniversitenin
bana kazandırdıklarını çok önemsiyorum ve daha iyi bir üniversite olmasının özlemini
duyuyorum. Hepsi bu.