Arap Baharı kavramlaştırmasıyla tanımlanan halkı Müslüman ülkelerin bir kısmında meydana gelen halk ayaklanmaları kimine göre “intifada” iken kimine göre ise “emperyalistlerin oyunu”. Bu konuya nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda Haksöz Dergisi’nin Ocak 2012 sayısında ufuk açıcı yazılar mevcut. Bu yazılardan birisi de Hamza Türkmen’in “Ortadoğu İntifadasına Yaklaşımda Tutum Farklılıkları ve Gelecek”.
Türkmen’e göre halkı ağırlıklı olarak Müslüman olan ülkelerde meydana gelen olayları Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), “Ilımlı İslam” vs. tezlerle izah edenler komploculuğa   tutunuyorlar ve genellikle Batılı fasıkların geliştirdikleri komplocu analizleri okuyorlar. Ayrıca küresel kapitalizmi temsil eden “Batı”yı şimdi Çin ve Rusya da ifade etmektedir. Ama buna rağmen her taşın altında Yahudi arar gibi Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) aramak, 1991 öncesi çift kutuplu dünyanın (Kapitalist ve Sosyalist Blok) kodlarıyla düşünme alışkanlığının bir devamı olarak görülüyor. Kaldı ki, dünyayı koruma iddiasındaki ABD şimdi kendini koruma derdinde.
Yazıda, 2011 yılı sonunda Batı’nın Ortadoğu’da karşı karşıya kaldığı sonucu, üç yıl öncesini hatırlayarak da anlamanın mümkün olduğu ifade edilmekte. ABD Başkanı Barack Obama “İslam dünyasına mesaj” vermek için 2009 Haziran’ında konuşma yeri olarak Mısır’ın başkenti Kahire’yi seçmiş ve (devrik diktatör) Hüsnü Mübarek için övgüler düzmüştü. Aynı yıl (Tunus’un devrik diktatörü) Zeynel Abidin Bin Ali de Avrupa Birliği (AB) tarafından tüm Arap dünyasına “reformlara yönelmiş örnek yönetici” olarak gösterilmişti. Fransa ise (Libya’nın öldürülen diktatörü) Muammer Kaddafi’yi devrilmeden önceki son insan hakları gününde Paris’te önüne kırmızı halı sererek karşılamıştı. Ve üçü de kaybetti. Kaybeden küresel kapitalizmin çıkarları, kazanan ise Müslüman halkların gelişen diriliği ve gelecek idealleriydi.
Yazıda ifade edildiği gibi halkı Müslüman ülkelerde yaşanan son olaylar ideolojiden uzak ve kendiliğinden gelişen olaylar değildi. Ortadoğu intifadasının en riskli eylemleri cami merkezliydi ve en kitlesel eylemler ise Cuma namazlarından sonra yapılmaktaydı.[1] Ve bu ülkelerde 85 yıldan bu yana İslami mücadelenin farklı tecrübelerini taşıyan ve örneğin Mısır’da barolarda, mühendis odalalarında, tabip odalarında hakim olan İhvan[2] geleneğinin sakin ama istikrarlı gücü söz konusuydu. Kaldı ki diğer İslami grupların da Kur'an’ın gösterdiği hedeflere ve bölgedeki diğer İslami hareketlere ciddi ilgileri vardı. Dolayısıyla, her gün beş vakit talim ettikleri Kur'anî bilginin ve ayrıca yaşayan ve yaşamış tanıklarıyla iç içe oldukları ıslah hareketlerinin tecrübi birikiminin gösterdiği istikamete “ideolojisiz” demek mümkün değildir. Mısır’daki son seçimlerde oyların yaklaşık %70’ini alan İhvan’ın ve farklı bileşenlerden oluşan Selefilerin potansiyeli ve onları var kılan ruh ve dinamizm bunun göstergesidir.
Görüldüğü gibi, İslam dünyasında son yaşanan olaylarda Müslüman/İslamcı kesimlerin büyük rolü var. Bu birikimi yok saymak ve onların yıllardır yaşadıkları zalim rejimlerden kurtulmaya çalışmalarını tamamen dış organizasyonlara bağlamak tek kelimeyle “haksızlık”. Emperyalistlerin hesap yaptıkları doğrudur, peki yüce Allah'ın yardımını uman bilinçli ve fedakâr Müslümanların eli nal mı topluyor?
Memleket Gazetesi (26 Ocak 2012)



[1] Eylemlerin devam ettiği Suriye’de hala öyle.
[2] İslam’ın prensiplerine geri dönüşü amaçlayan Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusu Hasan el-Benna’dır (1906-1949). Süveyş Kanalı yakınlarında bulunan ve o dönemde İngilizlerin Mısı’daki ekonomik ve askeri varlığı açısından büyük önem taşıyan İsmailiye kentinde Müslümanları derinden etkileyen olaylara tanık olan Hasan el-Benna, Mart 1928'de bir İngiliz kampında çalışan altı kişiyle birlikte bu örgütü kurmaya karar vermişti.