Müslüman olmadan da cennete gidilir mi?
Süleyman Ateş, " Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rableri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir." (Bakara, 2: 62) ayetinden yola çıkarak bu ayetin mutlak olduğunu, dolayısıyla Allah'a ve ahirete inanıp güzel işler işleyen her kulun cennetlik olduğunu söylemektedir (I: 175). Bu kadar net olmasa da, Mustafa Öztürk de kimin (ahirette) kurtulup kurtulmayacağı konusunun sadece Allah'ın bilgisi ve yetkisi dahilinde bulunduğunu belirterek, bu konuda kesin bir yargıda bulunmaktansa açık uçlu konuşmanın daha doğru olduğunu vurgulamaktadır (2013: 177). Bu yazıda, ahirette amelleri makbul bulunanların sadece Müslümanları içerip içermediğini ve Kur'an'ın tebliğinin muhataplarının "kapsamadığı kesimlerin olup olmadığını" ortaya koymaya çalışacağız.
Yukarıda belirtilen ayet doğrultusunda Ateş'in, cennete gitmek için üç şartı yeterli görmesi doğru kabul edildiğinde akla gelebilecek sorulardan biri şudur: "Hz. Peygamber (s)'in Ehl-i Kitap da dahil gayr-i Müslim devlet başkanlarına İslam'a davet mektupları göndermesinin anlamı nedir?" Ateş'e göre söz konusu mektuplar uydurmadır (İ. Süreyya Sırma'nın takdim yazısı Hamidullah, 1990). Ateş'in mektuplar hakkında söylediği doğru kabul edilse bile, İsrailoğullarının tebliğe muhatap olduklarını Kur'an ifade etmektedir: "Yanınızdakini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğime iman edin, onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın, benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin. Ancak benden korkun." (Bakara, 2: 41). Bu ayette tasdik edici olarak indirdiğime denilerek İsrailoğullarına yönelik Kur'an'a (Maturidi, 2005, I: 444) iman daveti yapılmış, Müslümanlar onları Tevrat ile baş başa bırakmamışlardır.
Kur'an açısından bakıldığında, Hz. Muhammed (s) hariç diğer peygamberlere inanan kişiler onlar arasında ayrım yapmış olur (Bakara, 2: 285) ki bu tutum doğru olmaz. Ehl-i Kitap da Kur'an'a inanmak zorundadır: "Ey Ehl-i Kitap! Göz göre göre, niçin Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?" (Al-i İmran, 3: 70). Öyle olmasaydı, onlardan bir kısmının yaptıkları şu hile ile onlar, Müslümanlar nezdinde çok komik duruma düşerlerdi: "Müminlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar da dönerler." (Al-i İmran, 3: 72). Dolayısıyla Müslümanlar onlara, "Sizin zaten Kitabınız olduğundan bizim dinimize inanmanız komik, size kim inanır ki!" diye sorarlar ancak onlar Müslümanlara cevap veremezlerdi.
Ehl-i Kitab'ın da kurtulanlardan/cennetliklerden olması söz konusu olsaydı, Hz. Peygamber (s) "Ey Müslümanlar Kur'an'a inanmaya mecbur değilsiniz! Tevrat ya da İncil Ehli de olabilirsiniz. Allah'a ve ahiret gününe imanı ve güzel işler işlemeyi bırakmadığınız sürece herhangi birini seçmeniz sorun teşkil etmeyecektir!" deyip bırakırdı. Böylece sahih olmayan bir hadiste söylendiği gibi "ihtilaf rahmet(!)" olurdu.
Allahu Teala -Müslümanlardan istediği gibi- Ehl-i Kitab'a üç Kitab'ın da "uygulanmak üzere" gönderildiğini ifade etmektedir: "De ki: Ey kitap ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz. Şüphesiz ki, Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Şu halde kâfir olan bir toplum için üzülme! Muhakkak ki inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir." (Maide, 5: 68-69). "Üzülmeyenlerden" olmak isteyenler, Kur'an'ın gereklerini yerine getirmelidirler. "69. ayette niçin Allah'a ve ahiret gününe iman ve güzel amel şartı ile yetinilmiştir?" denirse, bunun Kur'an'ın üslubuyla ilişkili olduğu söylenebilir. Ayrıca Kur'an iman konularını topluca vermez, başka ayetlerde de rasullere ve meleklere imana davet etmektedir (Bakara, 2: 285). Ayrıca Müslümanların dışındakilerin ellerinde mevcut Kitapları onları şirkten arındırmak açısından yeterli değildir (Sarmış, 2007, II: 363).
Bakara suresinin girişinde kurtuluşa erenlerin özellikleri sayılırken, "Hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler." (Bakara, 2: 4) denilerek kurtuluşa ermek için Kur'an'a imanın zorunluluğuna dikkat çekilmektedir.
Peki, sosyolojik olarak Müslümanların çoğunlukta olduğu yerlerde yaşamayanların Müslüman olma zorunluluğu açısından dezavantajlı olduğu söylenebilir mi? Onlar İslam nimetinden mahrum kaldılarsa, o nimetten sorulmazlar. O nimetin tadına varıp da ona karşı kayıtsız kalanlar ise yaptıklarının hesabını verirler.
En doğrusunu Allahu Teala bilir.
Ateş, Süleyman, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, 12 c., Yeni Ufuklar Neşr., İstanbul, 1988.
Hamidullah, Muhammed, Hz. Peygamber'in Altı Orijinal Diplomatik Mektubu, (çev: Mehmet Yazgan), Beyan Yay., İst., 1990.
Mâturîdî, Ebu Mansur (ö. H. 333), Tefsiru'l-Mâturîdî, 10 c., Daru'l-Kütübi'l-İlmiye, Beyrut, 2005.
Öztürk, Mustafa, Kur'an'ı Kendi Tarihinde Okumak, 4. bs., Ankara Okulu Yay., Ank., 2013.
Sarmış, İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, 2 c., 3. bs., Ekin Yay., İst., 2007.
9 Ocak 2014 (Memleket Gazetesi)