Kur'an-ı Kerim'de iki yerde anakent ve çevresindeki insanlar ifadesi geçmektedir. Bu ifade, akla, "Acaba Hz. Peygamber (s) sadece kendi döneminde ve çevresinde yaşayanları uyarmakla mı sorumluydu?" sorusunu getirmektedir. Bu yazıda, yukarıdaki ifadeyi içeren iki ayeti değerlendireceğiz.
Yahudilerden bir grup, "Bu Kitap (Kur'an), kendinden önceki kitapları tasdik eden, anakent ve çevresindeki insanları uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır." (Enam, 6: 92) ayetindeki "anakent ve çevresindeki insanları uyarman için" ifadesinden yola çıkarak, Hz. Muhammed (s)'in her kavme değil yalnızca Araplara gönderilmiş bir peygamber olduğunu ileri sürmüştür (Yazır, 1979, III: 1981). Burada özellikle Mekke ve etrafındaki kimselerin belirtilmesi Peygamber (s) ve kâfirlerin tartışmalarının çoğunun bu bölgeden gerçekleşmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Yoksa İslam davetinin belli bir bölgeye indirgenmesi söz konusu değildir. (Derveze, 1997, III: 72). Mekke'den anakent diye söz edilmesi yeryüzünde yapılan ilk evin (beyt) orada oluşundandır. Çünkü o tüm kentlerin kıblesidir. O ayrıca birtakım yakın kentlerin en önemlisidir (Zemahşeri, II: 42).
Yukarıdaki ayetin amacı, oryantalistlerden İslâm düşmanlarının birtakım hilelerle ileri sürdükleri gibi, İslâm'a çağrının Mekkeliler ve çevrelerindeki kişilerle sınırlı olduğunu söylemek değildir. Onlar bu ayeti Kur'an'ın bütününden koparmak istiyorlar. Halbuki, Kur'an'ın Mekke'de inen kısmında, yani İslâm'a davetin ilk yıllarında yüce Allah, peygamberine şunları söylemektedir (Kutub, 1991, IV: 99): "Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya Suresi: 107) "Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." (Sebe, 34: 28).
Ele alacağımız diğer ayette de Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: "Böylece biz sana Arapça bir Kur'an indirdik ki, anakent ve çevresindeki insanları uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutasın." (Şura, 42: 7). Yukarıda belirttiğimiz Enam suresindeki ayette olduğu gibi bu ayette de geçen "anakent (Mekke) ve çevresindeki insanları" ifadesi ve ayrıca Kur'an'ın Arapça inmesinden söz eden ayetteki ifade (Yusuf, 12: 2), İslam'ın Araplara has bir davet olduğunu çağrıştırsa da davet evrenseldir (Derveze, 1997 III: 325). Şura suresindeki ayette geçen anakent ifadesinden kastedilenin, Mekke yani orada yaşayanlar; ve çevresindeki insanlardan kastedilenin de Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. Şuayb ve Hz. Musa peygamberlerin gönderildiği Mezopotamya ve  Hicaz bölgesinden, Filistin ve Mısır'a kadar olan bölge olduğu söylendiği gibi (Sarmış, 2007, II: 268-269), doğuda olsun batıda olsun (İbn Kesir, 1999, VII: 191) tüm dünya kentlerinin halkları (Beğavî, VII: 184) olduğu da söylenmektedir. Yani vahyin hedef kitlesi sadece bir dönemde yaşamış olan Araplar değil kıyamete kadar tüm insanlardır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber (s)'in sadece Araplara gönderildiği değil, Kâbe merkez alınmak üzere onun sınır konulmayan çevresinde kim bulunuyorsa onların hepsi tebliğin muhatabıdır. Zaten ilk dönemden itibaren Müslümanlar Kur'an ayetlerini okuyup anlamış ve tebliği asla Kâbe ve civarı ile sınırlı görmemişler ve sahabe tebliği Asya'ya ve Afrika'ya kadar götürmüştür.


Beğavî, el-Hüseyin b. Mesud el-Ferra (ö. 510), Meâlimu’t-Tenzîl, 8 c., 4. bs., Daru Tayyibetin Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Beyrut, 1997.
Derveze, İzzet, et-Tefsiru’l-Hadîs, (çev. Vahdettin İnce ve diğerleri), 7 c., Ekin Yay., İst., 1997.
İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (ö. 1373), Tefsiru’l-Kur'ani’l-Azim, 8 C., 2. bs., Daru Tayyibetin Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Riyad, 1999.
Kutub, Seyyid (ö. 1966), Fî Zilâli’l-Kur'an, (çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İst., 1991.
Sarmış, İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, 2 c., 3. bs., Ekin Yay., İst., 2007.
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 c., Eser Neşr., İst., 1979.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil,  4 c., Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 1995.

28 Kasım 2013 (Memleket Gazetesi)