Da'f (ضعف) kökünden türeyen mustazaf (zayıf bırakılan/mazlum) kelimesi Kur'an-ı Kerim'de, bir tanesi مُسْتَضْعَفُونَ diğer üçü de مُسْتَضْعَفِينَ formunda olmak üzere toplam dört defa geçmekte olup bu yazıda bunlar ele alınacaktır. Aynı kökten gelen ve Kur'an'da altı defa geçen اسْتُضْعِفُوا fiil formunun yer aldığı ayetler ise başka bir yazının konusu olarak düşünülebilir.
Şu ayette mustazaflardan kasıt Rasulullah (s) zamanındaki muhacirler ya da (o dönemdeki) bütün Müslümanlardır (Şimşek, 2012, II: 378): “Hatırlayın ki, bir zaman siz yeryüzünde aciz tanınan az (bir toplum) idiniz; insanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz da şükredesiniz diye Allah size yer yurt verdi; yardımıyla sizi destekledi ve size temizinden rızıklar verdi. (Enfal, 8: 26). Mekke'de Müslümanlar az iken müşrikler onları zayıf bırakıyor, onlara bazen alay ederek bazen de fizikî müdahalede bulunarak, bazen sırtlarına kaya parçaları koyarak inkâr sözünü söyletmeye çalışarak eziyet ediyorlardı (Ebu Zehra, ts., VI: 3103). Ayetten anlaşılan, mustazaf olmanın Müslüman kimliğinin bir özelliği değil, Müslümanın kurtulması gereken ezilmişlik ve güçsüzlük hali olduğudur.
Müslümanlar, mustazaf durumda olanların yardım taleplerine kulak tıkayamazlar: “Size ne oldu da Allah yolunda ve 'Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!' diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” (Nisa, 75). Mücahid’e göre, uğrunda savaşılacak söz konusu kimseler, öncelikle Mekke’de iman eden (Taberi, 2000, VIII: 544) ancak müşriklerin hicret etmelerine izin vermediği yardıma muhtaç Müslümanlardır. Ayette çocukların da belirtilmesi inkârcların işkencelerinin çocukları da kapsadığını, yani zulmün vardığı noktayı göstermek içindir (Nesefi, 1998, I: 374). Günümüzde Filistin’den Suriye ve Irak’a,  Afganistan’dan Orta Afrika’ya kadar birçok yerde  Müslümanlar da ne yazık ki mustazaf durumdadır ve Müslümanların zulüm görenlerin durumuna kayıtsız kalması düşünülemez.
Mustazaflardan bir kısmı -ki bunlara "gönüllü mustazaflar" denebilir- kendilerine yönelik her türlü aşağılayıcı, saptırıcı, sömürücü, zulmedici tutum ve davranışları bir kader ya da hayatın doğal gerekleri olarak görürler. İçinde yaşadıkları olumsuz şartları değiştirmeye çalışmadıkları gibi bu tür girişimlerde bulunanlara da karşı çıkarlar (Sarmış,  2007, II: 447): “Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken, ‘Ne işteydiniz!’ dediler. Bunlar, ‘Biz yeryüzünde çaresizdik.’ diye cevap verdiler. Melekler de, ‘Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (Nisa, 4: 97). Bu ayet ile, "dini nedeniyle eziyet gören herkese hicretin farz kılındığı" söylendiği gibi (Şafii, 2006, II: 647), gücü yetene hicret etmenin vacip ve erdemli bir eylem olduğu da ifade edilmektedir (Ebu Zehra, ts., III: 1569). Burada meleklerin tavırlarını tenkit ettiği bu kimseler, hicret etmeye güçleri yettiği halde (Mâturîdî, 2005, VIII: 666) dünya hayatın  ahirete tercih ederek zillet içinde yaşamaya razı olup hicret etmeyenlerdir. Ayetten de anlaşıldığı gibi, Kur'an tüm mustazafları aynı kategoride değerlendirmez. Malik b. Nebi'nin ifadesiyle, "sömürülmeye müsait olma" hali de bir an önce terk edilmesi gereken bir durumdur.
Yukarıdaki ayette mustazaflardan olup cehenneme gideceği belirtilenlerden şunlar istisna edilmektedir: “Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiç bir yol bulamayanlar müstesnadır.” (Nisa, 4: 98). Mücahid bu ayetin mazlumlukları nedeniyle Mekke’de kalıp hicret etmeyen Müslümanlara, birtakım Müslümanların, “Onlar Bedir’de öldürülen müşrikler gibidir.” demeleri nedeniyle indiğini belirtmektedir (Cevzi, h. 1422, I: 457). Ayetten anlaşıldığı kadarıyla mustazaflar hakkında, genellemeci tutum takınan Müslümanlara bir uyarı söz konusudur.
Kur'an çocukların da mustazaflığından söz etmektedir: “Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitapta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız hakkında size okunan ayetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.” (Nisa, 4: 127). İbn Abbas'a göre bu ayette belirtildiği gibi cahiliyede küçük ve zayıf olan çocuklara miras verilmezdi (Taberi, 2000, IX: 266). Hz. Ömer'e yetim bir kızın sorumluluğunu üstlenen bir kimse geldiğinde, ona "kızın zengin olması durumunda başkasıyla evlendirmesini", fakir olması durumunda da ise kendisinin o yetim ile evlenmesini öğütlerdi (Taberi, 2000, IX: 266).          
Ebu Zehra, Mustafa b. Ahmed (h. 1394), Zehratu’t-Tefasir, 10 c., Daru’l-Fikri’l-Arabi, Kahire, ts.
Mâturîdî, Ebu Mansur (ö. H. 333), Tefsiru'l-Mâturîdî, 10 c., Daru'l-Kütübi'l-İlmiye, Beyrut, 2005.
Nesefi, Mahmud Hafızuddîn (ö. 710), Tefsiru’n-Nesefi (Medâriku’t-Tenzîl ve Hakaiku’t-Te’vil), 3 c., Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut, 1998.
Sarmış, İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, 2 c., 3. bs., Ekin Yay., İst., 2007.
Şimşek, M. Sait, Hayat Kaynağı Kur'an Tefsiri, 5 c., Beyan Yay., İst., 2012.
Tantavi, Muhammed Seyyid, et-Tefsiru’l-Vasît li Kur'ani’l-Kerim. 15 c., Daru Nahdati Mısr li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Kahire, h. 1405.
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.


20 Şubat 2014 (Memleket Gazetesi)