Kur'an’da “insanlar” kelimesinin umumiliği üzerine
İnsan kelimesinin çoğulu olan nâs (insanlar); kabile, taife ve kesim (İbn Manzur, h. 1414, VI: 10) anlamlarına gelmektedir. Aynı kökten gelen ins ise, beşer demektir (Firuzâbâdî, 2005: I: 530). Kur'an’ın evrenselliği gündeme geldiğinde, Kur'an’ın sadece Arapları değil onlar da dahil tüm insanları muhatap alması söz konusu edilmektedir. Ne var ki, bu ifadelerin bir kısmı insanların tümünden değil, bir kısmından söz etmektedir. Bu yazıda “insanlar” denilse de insanların bir kısmının kastedildiği üç ayeti ele alacağız.
İlk ele alacağımız ayet, müminlere karşı savaş hazırlığı yapan kimseler ve onların bu hazırlığı hakkında bilgi getiren kişilere dair şu ayettir: “İnsanlar onlara, ‘İnsanlar (düşmanlarınız) size karşı ordu topladı, onlardan korkun.’ dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmran, 3: 173). Ayetten anlaşılmaktadır ki, Rasulullah (s)’ın yanında olanlar, müminlere karşı ordularını toplayan insanlardan ayrı kimselerdir. Tüm insanların müminlere karşı ordularını topladığı düşünülemeyeceği gibi, tüm insanların da Rasulullah (s)’a düşman topluluğunun hazırlıklarından haber verdiği düşünülemez. Haberi getiren “insanlar” Uhud’tan dönen dört kişidir. Kur'an onlara da, müminlere karşı toplanan ordudakilerin toplamına da “insanlar” demektedir (Şafii, 1940, I: 58).
Konuyla ilgili ikinci ayet ise, putların acizliğinden söz etmektedir: “Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi ona iyi kulak verin: Sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır.” (Hac, 22: 73). Ayetteki “insanlar” lafzı, bütün insanları içine alacak genişlikte bir kelime olmakla birlikte, burada “Allah’tan başka tanrılara tapan insanlar”a delalet etmektedir. Hitap onlara olduğundan (Şafii, 1940, I: 58), müminler bu ayetteki “insanlar”ın “dolaylı muhatapları”dırlar. Yani onlara düşen, söz konusu putperestler gibi olmamak ve ayetteki temsilden ibret alarak o “insanlar” arasında yer almamaktır.
Hac ibadetiyle ilgili ayette de hitap “insanların tümüne”dir ancak kastedilen tüm insanlar değildir: “Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin. Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Bakara, 2: 199). Tüm insanların Rasulullah (s) zamanında Arafat’ta olmadığı bir gerçektir. Bu ayetteki muhatap “insanlar”, onunla beraber orada bulunanlardır. Arapça’da insanların bir kısmının kastedilerek tümünün anlaşılacağı ifadeler kullanılmaktadır (Şafii, 1940, I: 58).
Ele alacağımız son ayetteki “insanlar” da cehenneme gidecek kimselerdir: “O halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.” (Bakara, 2: 24). Allahu Teala’nın Kitabı, bu ayetteki insanlardan kastedilenin “bazı insanlar” olduğuna şu ayetiyle işaret etmektedir: “Şüphesiz katımızdan kendileri için güzel şeyler takdir edilmiş olanlar, işte oradan (cehennemden) uzak tutulanlardır.” (Enbiya, 21: 101). (Şafii, 1940, I: 58). Yani genel bir ifadeyle “insanlar”ın tümünün cehennem yakıtı olduğu ifade edilmiş olsa da, söylenmek istenen bir kısmının cehenneme gideceğidir.
Kur'an’ın muhatapları; ırk, cinsiyet, din vs. farkı gözetmeksizin tüm insanlardır. Bu açıdan Kur'an evrensel bir Kitap’tır. Bununla birlikte, Kur'an’da Arapça’nın yapısına uygun olarak “insanlar” bazen “insanların bir kısmı” anlamında kullanılmaktadır. Bu durum; herkese güç yettiği ölçüde İslam’ın ulaştırılmasının uygunluğuna/gerekliliğine halel getirmez.
Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakub. (2005). el-Kamusu’l-Muhît. 8. bs., Beyrut: Müessesetu’r-Risale li’t-Tabaâti ve’n-Neşri ve’t-Tevziî.
İbn Manzur, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn, .(h. 1414). Lisânu’l-Arab, 15 c., Beyrut, Daru Sadır.
Şafii, Muhammed b. İdris (ö. h. 204), er-Risale, Mektebetü’l-Halebî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Mısır, 1940.
Memleket Gazetesi (28 Şubat 2013)