Geçtiğimiz Salı günü (3.4.2007) BİLKAD’ın konuğu Mustafa Aydın “Yeniden Milli Mücadele” konulu bir söyleşide bulundu ve iyi niyetlerle yola çıkan dindar insanların nasıl olup da devlet tarafından yönlendirilen bir projeye dahil edildiğinin ve işi bitince de kurumsal anlamda sona erdirildiğinin hazin öyküsünü anlattı. Bu söyleşinin ardından kafamda şu sorular oluştu.
1968-1978 yılları arasında tebarüz eden Milli Mücadele hareketi ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Milli Nizam Partisi (MNP) gibi adında “milli” ifadesi geçen tüm örgütler MİT tarafından “yerel bir İslâm” algısını kurumlaştırmak için kullanıldı mı yoksa bu hareketlerin üyeleri “milli” adı altında en azından bir dönem bal gibi İslâmî bir mücadele mi yürüttü?
Silahlı Devrim Birlikleri adlı sol bir örgüt tarafından 90’lı yılların sonlarında Hiram Abbas’ın öldürülmesi olayına kadar Türkiye istihbaratında anti-Siyonist bir bakış açısı hâkimdi de ondan dolayı Müslümanlar o dönemde “ayaklarının takıldığı her taşın Siyonistlerce yerleştirilmiş olduğu”nu mu sanıyordu yoksa Müslümanlar küresel bazda işleyişin nasıl olduğunu ustaca deşifre mi ettiler?
İsrail, Filistin halkının işgale karşı mücadelesinde bir bölünme olsun diye Hamas’ın kurulmasını teşvik mi etti yoksa Hamas; İslâmî duyarlılığı yüksek Filistin halkının, laik ve milliyetçi kimliğe sahip bir yapının yerine İslâm şeriatına uygun hareket edecek bir direniş hareketini arzulamasının doğal bir sonucu muydu?
Çeçenistan’da Ruslarla yapılan anlaşma sonucu yapılması kararlaştırılan bağımsızlık referandumunu engellemek için referanduma az bir süre kala, Rusya tarafından Şamil Basayev’in bir saldırıya imza atması mı sağlandı yoksa Basayev işgalcilere karşı mücadele veren gayet basiretli ve efsanevi bir komutan mıydı?
İstanbul’un Taksim meydanında, Bosna savaşı sırasında Bosnalı Müslümanlara destek mitingini aslında organize eden ve bu miting ile “Batılılar! Bakın dinciler ülkemizde büyük tehlike bana destek verin ki Türkiye laik kalsın!” diyen Tansu Çiller miydi yoksa yaklaşık 100 000 Müslüman İslâmî bir duyarlılık göstererek kendi iradeleriyle mi bu eylemi gerçekleştirdi?
Günümüze gelirsek, Devlet Türklüğü dünyaya tanıtmak, bazı bölgelerde de Şii nüfuzu ortadan kaldırmak için Fethullah Gülen çevresini mi kullanıyor yoksa dev bütçeye ve bol miktarda elemana sahip bu hareket devleti kullanarak okullarına dolayısıyla İslâm’ı tebliğe uluslararası bir boyut mu kazandırıyor?
Türkiye’de devlet, sendikal mücadeleye el atarak, örgütlü mücadelenin bir tehlike boyutuna ulaşmaması için memurları bölmek suretiyle aynı alanda mücadele veren sendikaların sayısını artırarak tedbir mi alıyor yoksa dindar insanlar da “kimliklerini” sergileyebilecek bir örgüt kurarak, diğer sendika üyelerini de dinî bir çerçevede mücadele vermeye ve bu türden bir mücadelenin teorik yönünü İslâm ile uyumlu bir hale mi getiriyor?
“Kullanılma” tehlikesi herkes ve her hareket için söz konusu. Sayısı ve etkisi az olan çevrelerin bu anlamda içleri rahat olsun demek kolay değil. Zira kullanılıyor iddiasıyla dışlanan büyük çevreler de “Siz de hareketimizi bölmek için kullanılıyorsunuz!” itirazında bulunabilirler ve bu türden yaftalamaların sonu gelmez.
Görüldüğü gibi mesele karışık. Çözüm ne ya peki?
Ben bu konuda kötümser değilim. Müslüman kullanılmamak için uyanık olmalı, hayatı tanımalı, kötü niyetli kimse veya kurumların faaliyetlerinden haberdar olmalı, yerel anlamda mücadele verdikleri zorbalarla küresel aktörler arasındaki irtibatı doğru kurmalı, yönünü kaybetmemek için vahyi iyi bilmeli ve her kesimden Müslümanla fikir alışverişine açık olmalıdır.
Devletler her zaman makro planlar yaparlar ve bazı çevreler farkında olmadan veya olarak bu planın figüranı olarak rol alabilirler. Ancak bu planların her zaman başarılı olması mümkün değildir. Olsaydı hepimizin olumsuz anlamıyla kaderci olması gerekirdi ki, Allah en iyi plan yapan ve kötü kimse veya kurumların planlarını boşa çıkarandır.
Umutsuzluğa gerek yok bakın Mehmet Akif ne güzel demiş: “Âtıl fıtratın ahkâmına madem ki isyandır; çalışsın durmasın her kim ki davasında insandır!”