İslam’ın resmini çizmek
Haksöz Dergisi Avrupa temsilcisi Murat Kurt’un hediye ettiği, Pakistanlı alim mehrum Muhammed Hamidullah’ın (1908-2002) İslam A General Picture (İslâm’ın genel bir tasviri) adlı eserini yakın zamanda okudum ve faydalandım. Bu yazımızda eserden orijinal bulduğum kısımlardan bazıları üzerinde duracağız.
Hamidullah’a göre, Allah mutlak iyiliktir ama mutlak kötülük yoktur. Yaratılmışlarda sadece göreceli iyi ve kötü vardır. Bir şey bir kimsenin hayrına olurken, diğeri için talihsizlik olabilir. Sözgelimi şeytan mutlak anlamda kötü değildir. İnsanoğlunun imtihanına aracılık etme yönüyle iyidir.
Allah’ın şerri niye yarattığı sorusunu aptalca bulan Hamidullah, “O dilediğini yapar ve biz onun kulu pozisyonundayken hangi hakla ona arzumuzu kabul ettireceğiz?” diye sormakta ve daha aptalca olanın ise şerrin Allah tarafından yaratılmadığı düşüncesini savunmak olduğunu ifade etmektedir. Çünkü bu iki tanrıyı kabule götürecek ve çoğu kere de kaybeden iyiliği yaratan olacaktır.
Hıristiyanların teslis inançlarındaki üç unsurun (Baba-Oğul-Ruhu’l-Kuds) tek Tanrı anlamına geldiği iddialarını tenkit eden Hamidullah, aynı kişilerin Oğul göğe/cennete yükseltildiğinde Baba’nın sağ eline oturacağını söylediklerini ifade ederek şu soruyu sormaktadır: “Bir kimse kendi sağ elinin üzerine oturabilir mi?” Baba ve Oğul ne yerde ne gökte “bir ve bütün”dür.
Sıkça ifade edilen “Kur’an’da Allah sevgisi ve korkusunun eşit olarak vurgulandığı” iddiası doğru değildir. Kur'an’da Allah korkusu (takva) daha sık vurgulanmakta ve yaratıcısına karşı gelen kimseler dünyevi ve uhrevi azap ile tehdit edilmektedir. İşte bu ilahi tehditler konusunda Hamidullah Allah’ın emanetini yüklenen insanın şöyle düşünmüş olabileceğini söylemektedir: “Allah adildir. O, çocuğunu seven anneden yüz kat daha fazla bizi sever. Anneler de çocuklarını tehdit eder hatta bazen cezalandırır.”
Yazar, İslâm’ı anlatırken diğer dinlere de temas ederek okurun kıyaslamalar yapmasını da sağlamaktadır. Bu bağlamda eserde Budizm’e de yer verilmektedir. Hamidullah’a göre Budizm, Hinduizm’in bir şubesi, ona karşı bir başkaldırı ve reform girişimiydi. Buda özellikle sanatsal değeri olan heykeller (artistic idols)e Tanrı’nın sıfatlarının verilmesine karşı çıktı. O bir put kırıcıydı ve oruç, tefekkür ve dünyadan sarf-ı nazar ederek ruhun arındırılmasına vurgu yapmıştı. Ancak bize bir Kitap bırakmadı. Günümüzdeki takipçileri onun Tanrı’dan söz etmediğini söylemekteler. Acaba bu, zaten Tanrı’nın bilinmesinden ve onun zihninde mevcut olmasından ve bu nedenle de O’ndan bahsetmeye gerek duymamasından mı kaynaklanıyordu? Yoksa Buda’ya inananlar onun bu konudaki öğretilerini muhafaza etmediler mi? O, ateist miydi? Evet, son soruya olumlu cevap verme ihtimali belki de en düşük ihtimal ama neyse bu dindeki boşlukları doldurma işini mensuplarına bırakalım.
Yazarın verdiği bilgilere göre, namaz başlangıçta sabah ve ikindi namazı şeklinde iki vakit olarak kılınıyordu. Miracın ardından farz namazlar 5 vakit olarak belirlendi. Bununla birlikte, Hz. Peygamber (s)’in, korku ya da yolculuk nedeniyle olmaksızın akşam ve yatsı namazlarını cem ettiği de olmuştur (Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn Hanbel, Malik). Bundan amaç da ümmetine zorluk olmadığını göstermektir.
Yazar istihare namazına da değinmekte ve bir konuda karar vermede zorluk çeken Müslümanın bu namazı kılmasının ardından uyuduğunu ve uyandığında da aklına ilk gelen fikrin Allah’tan gelen bir ilham olduğunu düşündüğünü ifade etmektedir. Bu kimse ilkinde sonuç elde edemezse kararı zihninde netleşene kadar birkaç gece daha bu namaza devam eder. Hamidullah’ın bu namazdan okurlarına bahsetmesi güzel olmakla birlikte aklımıza ilk gelenin (ilham) kesin doğru olacağını düşünmek doğru olmaz. Onunla kalbimiz tatmin olsa bile yine de ondan yola çıkarak verdiğimiz kararın doğru olup olmadığını Kur'an’a, Sünnete ve Müslümanlara sormamızın ardından uygulamaya koymalıyız.
21 Ocak 2010 (Memleket Gazetesi)