Uluslararası Dayanışma Hareketi üyesi Amerikalı Rachel Corrie (ö. 2003), Filistinli bir ailenin evini İsrail’e ait buldozerin yıkmasına engel olmak için o evin önünde, elinde megafonla canlı siper olmuştu. Ancak İsrail buldozeri Rachel’i ezerek öldürmüştü.

Yukarıdaki olayla birlikte Mısırlı yazar Muhammed Umâra’nın şu sözünü birlikte düşünelim: “Adalet İslam hukukunun ilk maksadıdır ve adalet gerçeğini garanti eden her yol vahyi bir nass veya herhangi bir rivayet olmasa da şer’î İslami bir yoldur.”[1] Bu sözü “Bir kimse doğru bir şey yapsa ancak bunu dini hayata geçirme adına yapmasa bile yaptığı söz konusu iş şerita uygundur.” şeklinde anlamada bir sorun olmasa gerek. Bu durumda şunu sorabiliriz: Acaba Müslüman olmadığı halde bir kimse hayırlı bir şey yaptığında Allahu Teala o istemese bile ona sevap yazar mı? Bu soruya olumsuz cevap niteliğinde akla gelen ayet şudur: “Dünyada da ahirette de (onların) bütün yaptıkları boşa gitmiştir.” (Al-i İmran, 3: 22). Ne var ki, bu ayetin siyakında bu kimselerin peygamberleri ve adaleti emredenleri öldürenler olduğu belirtilmekte (Al-i İmran, 3: 21).

Allahu Teala’nın adil oluşu, “şeriata karşı olup” ya da “şeriat yanlısı olmadan” şeriata uygun iş yapan kimselerin bu hayırlı amellerini karşılıksız bırakmamayı gerektirmektedir: “Ne yerde, ne de gökte zerre kadar hiç bir şey Rabbinin gözünden kaçmaz. Ne zerreden daha küçük, ne de ondan daha büyük! Ancak bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Yunus, 10: 61). “Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (Zilzal, 99: 7-8).

Peki, Allahu Teala hiçbir ameli karşılıksız bırakmıyorsa, İslam’dan hareket etmeksizin ortaya salih amel koyanlar cennete mi gidecek? Kur'an’dan yola çıkarak buna müspet yanıt vermek mümkün değil. Ancak “Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır.” (Hicr, 15: 44) ayetinden yola çıkarak -azabın dereceleri/türleri olduğu hesaba katıldığında- onların bu erdemli tavırları nedeniyle cehenneme girenlerin zalim olanlarıyla bir tutulmayacakları söylenebilir. Bu anlamda onların “şeriata uygun amelleri” karşılıksız kalmamış olmaktadır.

Tebliğe muhatap olduğu halde Müslüman olmaya hiç niyeti olmayan bir kimseyi  düşünelim. Bu kimse, canı pahasına bir hak ihlalini önlemek için mücadele verirken olmadık belalarla karşılaşıyor. Onun sevap alacağını, yani azaba uğrayanlar içinde bu erdemli tavrı nedeniyle nispeten daha iyi bir yerde olacağını söyleyebiliriz. İlahi adaletin sözgelimi, Ebu Cehil ile Ebu Talib’i aynı konumda değerlendirmeyeceğine dair hüsn-ü zan besleyebiliriz.

Belki de bu konuyu en güzel bir şekilde şu iki ayet özetlemektedir: “Kim de ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmaları şükre layıktır. Hepsine; (dünyayı isteyenlere de, ahireti isteyenlere de) Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.” (İsra, 17: 19-20).

En doğrusunu Allah bilir.

Memleket Gazetesi (27 Aralık 2012)



[1] Birsin, Mehmet, İslam Hukukunda İnsan Hakları Kuramı, Düşün Yay., İst., 2012, s. 362.