İnanç ve özgürlük platformu
Kasıntı ve gerçek
Tokat’ta yayınlanan Tasfiye adlı edebiyat ve düşünce yazıları içeren derginin Eylül-Ekim 2007 sayısında Ahmet Örs imzasıyla “İsmet Özel: Kasıntı ve Gerçek” adlı bir yazı yayınlandı. Örs’ü Haksöz dergisindeki güzel yazılarıyla tanıyoruz. Yazıda İsmet Özel’in Necip Fazıl gibi bir şair olduğu vurgulanıyor. Ama o, N. Fazıl gibi bir çağrışım yapmıyor bizde. N. Fazıl’da bir aksiyon havası var. Her ne kadar Özel’in sosyalist dönemdeki coşkunluğundan söz etmek mümkünse de kimlik olarak Müslümanlığı benimsediği dönemlerde sanki isyan bayrağını gönderden indirmiş bir şairdir artık o. İsmet Özel, hayran kitlesinin kendisine kazandırdığı ekstra güvenin ona verdiği zarar da işin çabası.
İncirlik üssü
Bir yandan PKK’yı ABD’nin koruduğu bu konuda sorumluluktan kaçamayacağı vurgusu Türkiye gündeminde. Ne var ki, Adana’da Amerikalı askerlerin bulunduğu İncirlik üssü hâlâ faaliyetlerini sürdürüyor. Unutulmamalıdır ki, İncirlik ABD’nin tapulu malı değildir. PKK’ya destek veren ülke olduğu söylenen ABD, desteğini Türkiye toprakları üzerinden sürdürüyorsa, Türkiye’de yapılan gösterilerin hedefi niçin ABD değildir? İşgalci ABD’nin kan dökülmesine yol açan bu savaşta başat rolü görmezden gelinebilir mi? Kimlik olarak İslâm’ı benimseyen iki Müslüman kavmi karşı karşıya getirme tehlikesini bünyesinde barındıran eylemler hayırlı bir sonuç getirir mi?
Her Türkiye vatandaşı sivil doğar
Türkiye’de ordunun ülke savunmasında gösterdiği, göstereceği tüm fedakârlıklar onun vatanî görevidir. Ancak bu ülkede yaşayan her ferdin kendisinin asker doğduğunu düşünmesi vahim bir durumdur. Çünkü bu durumda kendisi gibi olmayanı “düşman” olarak görecek ve Türkiye’ni üç tarafının denizlerle dört tarafının düşmanlarla çevrili olduğu vehmiyle yaşayacaktır. Özgür, eleştiren, düşünen, insan haklarına önem veren çözümü illa savaşmaktan görmeyen bir ruha“her vatandaşın sivil doğduğu” düşüncesiyle sahip olunabilir. Çünkü hayatın üzerine kurulduğu temel savaş değildir. Arizi olanın ideal olanın sınırlarını çizdiği düşünülmemelidir.
Sana ne ha?
Ahmet Hakan Coşkun 21 Ekim 2007 tarihli yazısında: “Milli Gazete'de yazan İslamcı bir kadın yazar, günümüzün türbanlılarını "Türbanlı çıplaklar" diye nitelendirmiş. "Başları örtülü ama her tarafları açık" türünden saptamalar yapan yazar, "Başını örtüyorsan, her tarafını örtmelisin" demiş. Bu yazara da, tıpkı türbanı yasaklayanlara söylediğimizi söylüyoruz: "İsteyen istediği gibi giyinme hakkına sahiptir. Başkalarının giyim kuşamına karışma hakkını sen nereden alıyorsun? Sana ne?" diyerek dini bir görevi göz ardı ediyor.
Modernite ne derse desin, İslâm’a göre inananlar birbirlerinin hataları konusunda “Beni ne ilgilendirir?” mi derler yoksa kendilerini hüsrana uğramaktan kurtaracak emir olan hakkı mı tavsiye ederler?
Kur’an’da hayra çağırmak, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaya çalışmak övülen bir davranış değil midir?
A. H. Coşkun’un “Sana ne!” deyişi modernliğin, liberalliğin tahkimi açısından doğru bir tavır olabilir. Fakat bu tutum,toplum ahlakından kendisini sorumlu gören bireyin tutumuna denk düşmez. Eleştirel düşünce olmadan toplum ilerleyebilir mi? A. H. Coşkun’un “Sana ne!” deme hakkı kadar dindar insanların da “Bizim birbirimizi düzeltme amaçlı fikirlerimizi açıklamamızdan ve birbirimize güzel olan şeyleri hatırlatmamızdan sana ne!” deme hakkı vardır.
Gönüllüler Hizmeti ve Barış Hareketi
Bugüne kadar “cemaat” olarak bilinen Fethullah Gülen’in çevresinin faaliyetleri, İngiliz Lordlar Kamarası'nda yapılan "Değişen İslam Dünyası: Fethullah Gülen Hareketinin Katkıları" isimli konferansta ele alındı. Gülen’in bu programa gönderdiği mesajda: "Böyle bir barışçıl kültürel hareketi 'Gönüllüler Hizmeti ve Barış Hareketi' olarak adlandırma taraftarıyım.” dedi. Önümüzdeki günlerde Gülen’e yakın medya kuruluşlarında ve “cemaat” üyeleri arasında bu isimlendirmenin kullanılmaya başlayacağını düşünmemize engel yok.
02 Kasım 2007 (Memleket gazetesi)