Mısır’da ilim dünyasının en çok tartıştığı isimlerden birisi olan Marksist gelenek mensubu Hasan Hanefî (1935-) -Ali Şeriati gibi- Sorbonne’da eğitim gördü.[1] Tunus’ta yapılan bir araştırmaya göre, Saddam Hüseyin’in idam ettirdiği Irak’lı alim Muhammed Bakr es-Sadr (1935-1980) ile birlikte en çok okunan iki yazardan birisi Hanefîdir.[2] Onun ilgi alanımıza girme nedeni, Kur'an ve tefsir hakkında metodolojik önerilerde bulunan çağdaş yazarlardan birisi olmasıdır. Acaba ona göre sol teoloji nedir? Onun pragmatist bir entelektüel olduğu söylenebilir mi? Batı düşüncesini ötekileştirir mi? Nass merkezli Kur'an okumaları ve nüzul sebebine yaklaşımı nasıldır? İslam’ın en kutsal değeri olan Allahu Teala’dan söz ederken “sınırları zorlamakta” mıdır?

Hanefî’ye göre tarihte yer alan her türlü baskıcı, tutucu ve gelenekçi teoloji “sağ teoloji”; bunun karşı safında duran anlayışlar da “sol teoloji”dir.[3] Sol İslam vahyi inkâr anlamına gelmemektedir.[4] Bu yaklaşıma göre sağ teoloji kötü, sol teoloji ise iyidir. Halbuki sol teoloji de peakala sağ teoloji gibi baskıcı bir ideolojiye dönüşebilir. “Öyle olduğunda artık ‘sol teoloji’ sağ olanına  dönüşmüş ve varlığını yitirmiştir.” denirse tam tersi iddiaları savunup olumlulukları sağ, olumsuzlukları da sol teolojiye yüklemek mümkün hale gelir.

Hanefî, Muhammed Arkoun (1928-2010) ve Muhammed el-Cabiri (1936-2010) gibi halka rağmen bir söylem geliştirmemekte ve söyleminden feragat etmekte bir sorun görmemektedir.[5] Bu yönüyle pragmatist kabul edilebilerse de, söyleminin toplumsal etkisini artırmak için süreç gözettiği de rahatlıkla söylenebilir.

Hanefî, geleneğin yorumlanmasının, sadece kendi kaynaklarımızın öngördüğü metodolojilerle  değil, aynı zamanda Batı kaynaklı yorum teorilerinden de yararlanmak suretiyle gerçekleşebileceğini düşünmektedir.[6] O, kutsal kabul edilen metinleri beşeri  bir metin gibi görüp öyle yorumlayan Spinoza gibi, bu yöntemi Kur'an’a uyguladığını ifade etmektedir.[7] Bu konudaki yaklaşımı ondaki medeni cesareti göstermektedir. Zaten gelenek, sadece bir dini ya da kültürü içermez. O, farklı kültür ve  dinleri de değişik oranlarda bünyesinde barındırır, dönüştürür. Bu anlamda yabancı görülen düşüncelerin metodolojilerine kayıtsız kalmak ve onları yok saymak pek de makul değildir. 

Hanefî nass merkezli Kur'an okumalarını eleştirerek bu yaklaşımları sebeb-i nüzulun farkında olmayan okumalar olarak tanımlamaktadır. Ona göre, nass vakıanın kendisidir. Vakıa bir soru sorar nass cevap verir ve Kur'an bu cevaplardan ibarettir.[8] Kur'an bir defada inmemiştir. Yani yirmi üç senede dikey değil yatay yani vakıaya cevap veren bir nüzul sözkonusudur. Günümüz İslam dünyasının karşılaştığı problemlerin çözümünde bu rivayetler olmazsa olmaz konumundadır.[9] Nüzul ortamının bilinmesi ayetleri anlamayı kolaylaştırmaktadır ancak bu sebeplerin çok fazla ön plana çıkarılması nassın bir döneme hasredilmesi gibi bir yanlışa götürebilir. Bu yanlış hem gelenekçilerin ve hem de onların karşısında konumlandırılan modernistlerin ortak yaklaşımıdır. Ayrıca Hanefî’nin vahyi sanki gökten inmemiş de Hz. Muhammed (s) tarafından ortaya konmuş gibi takdim etmesi “tehlikeli sularda” yüzdüğü şeklinde yorumlanabilir.

Hanefî’ye göre, Allah ülke neye ihtiyaç duyuyorsa odur. Ekmekse ekmek, özgürlükse özgürlük… O’nun kendi şahsını ilgilendiren hiçbir teorik değeri yoktur, sadece insanı ilgilendiren pratik değeri vardır.”[10] diyen Hanefî’nin bu ifadelerinde kabul edilebilecek bir yan yoktur. Toplumlar zulme meylettiğinde oligarşik yapılara, inanç açısından sapıttıklarında putlara, ideolojik olarak Hasan Hanefî’ninkinin aksi bir yola girdiklerinde yani “sağ teolojiye” yöneldiklerinde hangi gerekçeyle onlara itiraz edilecek ve yanlış yolda oldukları söylenecektir? Ayrıca, Allahu Teala’yı yaratılmışlarla özdeşleştirme” gibi bir sapkınlık entelektüel bir dille de ifade edilse yine sapkınlıktır.

Yasin Aktay’ın da ifade ettiği gibi Hanefî aslında Kur'an’ın anlatmak istediği değil, kendisinin anlamak istediği bir dünyayı Kur'an’da aramaktadır. Yani Kur'an’a, kendi arzularını söylettirmeye çalışmaktadır.[11] Peki, Hanefî’nin sözlerinin Kur'an açısından pek geçerliliği yoksa niçin onun görüşleri üzerinde durup vakit harcıyoruz? Cevap: Tarihte sadece hak görülen mezhepler üzerinde durulmamıştır. Bu sayede, sapma noktaları hakkında bilgilenme imkânı ortaya çıkmıştır. Bu çağın tanıkları olarak yanlış yolda olanların günümüz versiyonlarına kayıtsız mı kalacağız?

27 Eylül 2012 (Memleket Gazetesi)



[1] Polat, Fethi Ahmet, Çağdaş İslam Düşüncesinde Kur'an’a Yaklaşımlar, 2. bs., İz Yay., İst., 2009, s. 33, 34.

[2] A.e., s. 36.

[3] A.e., s. 37.

[4] A.e., s. 47.

[5] A.e., s. 38.

[6] A.e., s. 40.

[7] A.e., s. 51.

[8] A.e., s. 46, 47.

[9] A.e., s. 41, 45.

[10] Yasin Aktay’dan naklen a.g.e., s. 53.

[11] A.e., s. 54.