Firdevs cennetleri
Kur'an-ı Kerim’de geçen Firdevs sözcüğünün Babilce bir kelime olan Paradisu’dan önce Faradusi şeklinde Arapçalaştığı -ki bu kalıp Arapça çoğul şeklini andırmaktadır.- bu benzeşimden sonra da tekil olarak Firdevsin kullanıldığı ifade edilmektedir. Bu gelişmeler İslam’dan önce gerçekleşmiştir. Bu kelime Meissner’in kesin olarak belirttiği gibi Yunanca’ya Babilce’den geçmiştir.[1] Bazı dillerde, kelimenin sevimli kuşlar ve hayvanlar anlamı da vardır.[2] Bu yazıda Firdevs kelimesinin tarihi gelişiminden, bu kelimeye müfessirlerin yükledikleri anlamlardan, onun hadis ve ayetlerde nasıl geçtiğinden ve Firdevs’te müminlerin sıkılıp sıkılmayacağından söz edeceğiz.
Müfessirler cennet ırmaklarının fışkırdığı dağa,[3] bahçelerin üzüm yetişenine,[4] bahçelerin tümüne ya da en üstün olanına,[5] etrafı çevrilisine[6] firdevs demişlerdir. Bir hadis-i şerifte Firdevs’in cennetteki derecelerin en yükseği olduğu, dört cennet ırmağının buradan çıktığı ifade edilmekte ve müminler bu cenneti istemeye teşvik edilmektedir.[7]
Kur'an-ı Kerim Firdevs cennetine girecek müminlerin özelliklerini şöyle vermektedir: “Onlar ki, huşu içinde namaz kılarlar. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerle ilgilenmezler. Onlar ki, zekâtı aksatmaksızın, tam olarak verirler. Onlar ki; edep yerlerini sakınırlar. Onlar yalnız eşleri ve ellerinin altındakiler dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Bu iki durumda ayıplanmaları sözkonusu değildir. Bunların ötesine geçmek isteyenler, yasal sınırı aşmış olurlar. Onlar ki, uhdelerine verilen emanetleri korurlar ve sözlerini tutarlar. Onlar ki, namazlarını aksatmaksızın kılarlar. İşte onlar varislerdir. Yani Firdevs cennetinin mirasçılarıdırlar, sürekli olarak orada kalacaklardır.” (Müminun, 23: 2-12). Yüce Allah, yollarından sapmadan hareket eden müminlerin kendileri için takdir edilen hedefe Firdevs cennetinde ulaşmalarını dilemiştir. Orası yok olmanın sözkonusu olmadığı sonsuzluk yurdudur, korkusuz güvenin, bitmeyen sürekliliğin yurdudur.[8]
Başka bir surede, “İman edip iyi ameller işleyenlere gelince onlar, Firdevs cennetlerinde ağırlanacaklardır. Orada sonsuza dek kalacaklar, başka bir yere taşınmak istemeyeceklerdir.” (Kehf, 18: 107-108) şeklinde “Firdevs cennetlerinden” çoğul olarak söz edilmekte ve müminlerin o cennetlerde ağırlanmaları, kâfirlerin cehennemde ağırlanışlarına karşılık olarak yer almaktadır. Her iki grubun ağırlandığı yer arasında ne korkunç bir fark vardır! Bir de başka yere taşınmak istemeyeceklerdir cümlesinde ifadesini bulan insan ruhunun özelliğine ve zevk alma duyarlılığına yönelik şu derin ve incelikli yaklaşım dikkat çekicidir. Bu psikolojik yaklaşımın derinliği üzerine düşünmek faydadan uzak değildir.[9]
Müminler Firdevs cennetlerinde sonsuza kadar kalacaklardır. Ama insan ruhu, değişikliğe ve farklı ortamlara eğilimlidir. Monotonluktan sıkılır. Sürekli bir durumda hep aynı yerde kalmak ona bıkkınlık verir. Nimetin değişmeyeceğini, tükenmeyeceğini anlayınca ona karşı duyduğu derin arzu kaybolur. Uzun süre bir tempoda hareket etmek sonunda onu bıktırır. Hatta sıkılır, ondan kaçıp kurtulmaya çalışır. Ne var ki, insan ruhunu yaratan yüce Allah -onun durumunu herkesten iyi bildiği için- bu tür eğilimlerini değiştirmekte ve cennetten taşınma isteğini ortadan kaldırmaktadır. Hiç kuşkusuz insan ruhunun özelliklerinde yapılan bu değişiklik, cennetteki değişmeyen ve tükenmeyen sonsuzluk hayatında[10] sürekli mutluluğu sağlayacak niteliktedir. Nitekim şu ayet de oradaki mutluluğu gayet güzel betimlemektedir: “O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler. Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar. Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir.” (Yasin, 36: 55-57).
8 Kasım 2012 (Memleket Gazetesi)
[1] Hamidullah Muhammed (1908-2002), Aziz Kur'an, (çev: Abdülaziz Hatip, Mahmut Kanık), Beyan Yay., İst., 2000, 451.
[2] Mevdudî, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay., İst., 1986, III, 370.
[3] Yahya b. Selam, İbn Ebî Sa’lebe (h. 200), Tefsiru Yahya b. Selam, 2 c., Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 2004, I, 394.
[4] Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 26 c., Daru Hicrin li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzi ve’l-İ’lan, Kahire, 2001, XVII, 16; İbn Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail (Haz. Muhammed Ali es-Sâbûnî), Muhtasar Tefsiru İbn Kesir, 3 c., Daru’l-Kur'ani’l-Kerim, Beyrut, 1981, II, 560.
[5] el-Cevziyye, Şemsüddin İbn Kayyım (h. 751), Tefsiru’l-Kur'ani’l-Kerim, Daru ve Mektebetu Hilal, Beyrut, h. 1410, I, 387.
[6] Endelüsî, Ebu Hayyan Esîru’d-Din (ö. h. 745), el-Bahru’l-Muhît fi Tefsir, 10 c., Daru’l-Fikr, Beyrut, h. 1420, VII, 218.
[7] Tirmizi, Cennet 4.
[8] Kutub, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur'an, (çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İst., 1991, VII, 395.
[9] A.e., VII, 140.
[10] A.e., VII, 140, 141.