Filizlenen ümmet düşmanlığı
Filiz’e göre Vehhabîlik bireysel planda Mısır'daki Müslüman Kardeşler de toplumsal düzeyde inançlı inançsız ayrımı yapan hareketler. Halbuki Hz. Peygamber (s)’in de baş vurduğu bu ayrım Kur'an’da da mevcut. Bu durumda Filiz acaba ona da ona indirilene de “bir bedevi ve bedevinin sözleri” gözüyle mi bakıyor? Bilmediği ya da bilmezden geldiği bir dinin felsefesini yapmak Kur'an kültürü fakiri Filiz’e pek yakışmış doğrusu!
Filiz’e göre bu hareketin 19. yüzyılda Osmanlılara karşı çıkması da bir bedevilik örneği (Abdulvehhab’ın 18. Yüzyılda doğup vefat ettiğini hatırda tutalım)! Acaba kendisini Samsun’a müfettiş olarak tayin eden padişaha “soysuz ve alçak” diyen ardından da gücü ele geçirince Osmanlı saltanatını ve hilafetini de ilga eden Mustafa Kemal de ona (ve tabii ki onu memnuniyetle konuşturanlara) göre bir bedevi mi?
Yine Filiz’e göre: “Vehhabîlik Türkiye'de kabileci ve Araplaşmış bir dindarlık tarzını perçinlemiştir.” Eski bir Vatansever Kuvvetler Güç Birliği (VKGB) Konya il başkan yardımcısı olarak “kabileciliğe” karşıymış havası vermesi ilginç! Onun karşı olduğu kabilecilik Arapçılık ile sınırlıysa o zaman Filiz’in adalet duygularının ne seviyede olduğu konusunda bir fikre sahip olmuşuz demektir.
Atatürk ilke ve devrimleri ile Türk ulusunun laiklik ve demokrasi anlayışı sayesinde, Vehhabîliğin Ortadoğu ve Kafkaslar'da yaptığını Türkiye'de henüz gerçekleştiremediği iddiası da Filiz tarafından serdedilmiş. Demek ki söz konusu coğrafyayı Vehhabîliğin etkisinden korumanın yolu, Araplara ve Kafkasya halklarına Atatürk devrimlerini, laikliği ve demokrasiyi götürüp onların da kendilerini öylece hissetmelerini sağlamaktan geçmekte. Filiz’in muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcut!
Röportajdaki şu sözler de manidar: “Örneğin bölücü teröre karşı çok büyük bir mücadele var. Ancak askere gönderme törenlerinde geçmişte yaşanan heyecan gittikçe sönmekte, buna karşın hacca gidenler için daha coşkulu, kalabalık uğurlamalar yapılmaktadır. Şekillere tapan bir toplumsal yapının ortaya çıkmasında bu iyi bir örnektir.” Ona ait “şekillere tapan” ifadesi kutsadığı devlet düzeni açısından “sorunlu” ama onun kendisini Cumhuriyetçi ve laik hisseden çevrelerce sorun edilmesi için konjonktür müsait değil!
Filiz’e göre, Vehhabîlik, Arap mikromilliyetçiliğinin ideolojisi olduğu için ulusal yapıyı, cemaat ve tarikatlara bölerek atomize etmektedir. Çünkü mikromilliyetçilikler ulus devletin en büyük düşmanıdır. Dikkat edilirse ilahiyatçımız, küreselleşme karşıtı bir söylem kullanmamayı tercih etmektedir. Varsa yoksa Müslüman çevreleri hedef alan aşağılamalar! Bir yandan Osmanlıcılık yapıyormuş gibi yapıp Vehhabîlik adı altında İslâmî çevreleri “bölücü” pozisyonuna getiriyor. Bir yandan da, Osmanlı’yı bölen “Türkçülük/Turancılık” akımının bir “mikrofaşizm” olduğu şeklinde bir değerlendirmeden özenle uzak duruyor. Sebebi tamamen “duygusal”.
“Her cemaat ve grubun, tarikatın kendilerine göre bir türban, sarık, cüppe, cilbab gibi biçime yönelik simgeler taşıması da Vehhabîliğin mikro düzeyde ne kadar böldüğünü, parçaladığını gösteriyor.” diyor Filiz. Gören de diyecek ki, Vehhabîlik tarikatlar dahil tüm çevrelerde etkili olmuş!
“Vehhabîlik Türkiye'de din adına kabileci Arap kültürünün hegemonyasını kurmaya çalışmaktadır. Mevlana, Hacı Bektaş, Pir Sultan gibi Türk büyüklerinin, Türk ulusal kimliğini besleyen, ulusal din yorumu, Vehhabîliğin en büyük hedefidir.” diyor filozofumuz. Afganistan doğumlu Mevlana nasıl Türk ulusal kimliğini besliyor merak konusu doğrusu. Burada bir “takiyecilik “söz konusu değil mi? Türkiye’de Vehhabîlik bu kadar etkiliyse, Abdulvehhab’ın Mevlana gibi “Türk büyüğü” sayılmasının önündeki engel nedir, Filiz’in kaygıları veya beklentiler mi?
Filiz’e göre çarşaf ve türban söylemi de Vehhabîliğin dine biçtiği şekilci uygulamalar. Çarşafı ön plana çıkaran ve Vehhabîliği kendisine amansız rakip gören sufi çevreler de, başörtülülere “uzaylı” muamelesi yapmak için “türban” kelimesini ısrarla kullanan yasakçılar da Vehhabî olduktan sonra Filiz’in yapacağı bir şey kalıyor: “Fazıl Say, bekle geliyorum!” demek.
Öyle dese, kimin umurunda olur, Cumhuriyet’in mi, yasakçıların mı? Hiç sanmam!
27 Aralık 2007 (Memleket gazetesi)