Faize dair
a
Arapça’daki
ribanın karşılığı olarak Türkçe’de faiz kelimesi
kullanılmaktadır. Bir şeyin nitelikleri aynı kaldığı sürece sırf adı değişti
diye hükmü de değişir, denemez. Sözgelimi, İslam fıkhındaki icâre akdine,
kira sözleşmesi dediğimizde hüküm açısından bu isim farkı bir hüküm farkına yol
açmaz. Benzer şekilde, riba için geçerli olan hükümler aynı
hukukî özellikleri nedeniyle faize de tatbik edilir.
Kur'an’da -Tevrat’ta
olduğu gibi[1]- faiz
yasaktır: “Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa
ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, ‘Alışveriş de faiz gibidir.’ demeleri
yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır.
Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son
verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah'a kalmıştır.
Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada
süresiz kalacaklardır. Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir.
Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.” (Bakara, 2: 275-276).
Faiz düzenini sadece
Müslümanlar mı eleştirmektedir?
Hayır! Seyyid Kutub’un
aktardığına göre, faiz düzenini kusurlu bulanların başında Alman Raich Bankasının
eski müdürü Dr. Schacht gelmektedir: "Sonsuz bir matematiksel işlem
olarak yeryüzündeki bütün malların çok az sayıdaki faizcinin elinde toplandığı
bir gerçektir. Çünkü borçlanan kâr da etse, zarar da etse borç veren faizci,
bütün işlemlerde kâr etmektedir. Neticede, matematiksel bir işlem olarak bütün
malların sürekli kâr edene dönmesi kaçınılmazdır."[2]
Paranın belli bir kesimin elinde dönüp durması (Haşr, 59: 7), Şariin
(Allahu Teala’nın) maksadına da uygun değildir.
Faiz ve kâr arasındaki ne
fark vardır?
Alıcı ile satıcı arasındaki kâr
anlaşması eşit şartlarda olmaktadır. Alıcı ihtiyaç duyduğu maddeyi satın alır
ve satıcı da bu maddeyi alıcıya sağlarken kullandığı zaman, işgücü gibi
harcamaları için kâr alır. Bunun aksine faizde, borçlu, zayıf konumu nedeniyle
krediyi verenle eşit şartla anlaşma yapamaz. Borç veren kişi ise, kârı olarak
belirlediği miktar kadar sabit oranda bir faiz alır. Faizle borç vermek bir
tarafa sabit ve garantili bir kâr getirirken diğer tarafa zarar veya bir tarafa
kesin ve garantili bir kâr, diğer tarafa ise belirsiz ve kesin olmayan bir kâr
getirebilir. Ticaret, endüstri ve tarım gibi ekonomik sektörleriyle uğraşan
kimseler zaman, işgücü ve beyin gücü harcayarak kâr elde ederler. Fakat faizle
borç veren kimse, hiçbir riske atılmaksızın ve işgücü de harcamaksızın,
ihtiyacı dışındaki parayı borç vererek bir bakıma borçlunun kârının en büyük
hissedarı olur.[3]
Kur'an bu haramdan uzak
durmayı vurgulu bir şekilde ifade ediyorsa faizsiz bir çözüm mevcut mudur?
Evet, -İbrahim Sarmış’ın
ifadesiyle- küçük çapta krediler için "yardımlaşma
sandıkları" oluşturulabileceği
gibi, devlet toplumun selameti için büyük ölçekli yatırımlara da teşebbüs
edebilir. Bunun için kendi bütçesi yetmiyorsa
gücü yeten zenginlerden belirli oranlarda vergi alarak ortak bir
kalkınma fonu oluşturabilir ve bununla gerek devlet söktörü gerekse faizsiz
kredi vereceği özel sektör eliyle bu yatarımları yapabilir/yapmak zorundadır.
Çünkü İslam’ın, Müslümanların varlığı ancak böyle korunabilir. Kendisi vacip
olan şeyin gerçekleşmesi için yapılacak işler de vaciptir.
Yukarıda anlatılanlardan sonra
diyebiliriz ki, Müslümanların mecbur kalmadıkları halde faizli alışverişlere
girip[4]
ahirette zor durumda kalmamaları kendi ellerinde. Yeter ki, inançlarına uygun
bir dünya tasırımından vazgeçmiş olmasınlar. Ticaretin toplumda yapıcı, faizin
ise yıkıcı bir etkisi vardır. Ahlâkî yönden ise faiz bencilliği
körüklemekte, kalpleri katılaştırmakta, parayı bir idol gibi görmeye teşvik etmekte
ve insanlar arasında sevgi ve yardımlaşma ruhunu yok etmektedir.
29 Aralık 2011 (Memleket
Gazetesi)
[1] Tevrat, Yasanın Tekrarı (Tesniye),
23: 19-20.
[2] Kutub, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur'an,
(çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İst., 1991, I, 506.
[3] Mevdudî, Ebu’l A’lâ,
Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay.,
İst., 1986, I, 189-190.
[4] Vadeli işlemlerin faiz gibi
olmadığını bu bağlamda hatırlatmış olalım.