Ebubekir Sifil gözüyle Muhammed Abduh
Rıhle Dergisi editörü Ebubekir Sifil’e ait web sitesinde, “Muhammed Abduh'un Bazı İtikadî Görüşleri” konulu bir değerlendirme okudum. Ebubekir Sifil’in ilmi bir şekilde ortaya koymaya çalıştığı Abduh’un görüşlerine dair söylediklerinin bir kısmı hakkında birkaç değinide bulunmak istiyorum.
Sifil, “Batı düşüncesi” adlı başlık altında, “İslam Dünyası, Batı'nın elde ettiği bilimsel ve teknolojik gelişmenin, ekonomik ve sosyal refah seviyesinin gerisinde kalmıştır. O halde Müslümanların yapması gereken, İslam Dünyasının ‘geri kalması’na sebebiyet veren taklit, taassup, dinin özünden uzaklaşılması, aklın geri plana itilmesi gibi unsurları ortadan kaldırarak yerlerine zıtlarını ikame etmek olmalıdır.” şeklinde katılmadığı yaklaşımı vermekte ve ardından da "Peki Müslümanlar bunu niye yapmalıdırlar?" sorusunun cevabının "dinî" olmaktan çok "dünyevî" olduğunu söylemektedir. Aslında Sifil’in kendisiyle arasına mesafe koyduğu bu yaklaşımda kınanacak bir durum yoktur. Müslümanlar nerede eksiklik hisseder ve hata görürlerse onu telafi etmeye çalışırlar. Bu anlamda Türkiye’de başörtüsünü, Mısır’da zorba iktidara son verilmesini, Irak’ta mezhebi çatışmaların bitirilmesini vs. diğer sorunlarından daha fazla ön plana çıkarabilirler. Tepkisel olmayacağız diye yanlışı görüp onu düzeltmeye çalışmamak da “ruhçu/taklitçi” bir eğilim olsa gerek!
Sifil, -başka bir yazımızda değindiğimiz- “tayran ebâbil” ile ilgili olarak Abduh’un (1849-1905), "Bu kuşların, bazı hastalıkların mikroplarını taşıyan sinek veya sivrisinek cinsinden olduğuna ve (Fil suresinde anlatılan) bu taşların, rüzgârların taşıması ile bu hayvanların ayaklarına bulaşan zehirli pişmiş çamurdan olduğuna itikat etmen caizdir. Bu surenin tefsirinde itimat edilmesi doğru olan budur. Bunun dışındaki açıklamaların ise, rivayeti sahih olsa bile ancak bir tevil ile kabul edilmesi doğru olur." dediğini aktarmakta ardından da şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Abduh, bu tarz şazz tutumlarını ‘görüşlerden bir görüş’ olarak takdim etmek yerine, ‘doğrusu budur’ diyerek kestirip atmaktadır. (…) Kendi görüşünü, ‘itimat edilecek doğru tefsir tarzı’ diyerek bitirmek ne kadar ilmîdir?!” demektedir. Sifil’in yaptığı gibi, Abduh’un “tayran ebâbil” lafzını mikroplarla tefsiri “caiz” gördüğünü, ardından da ibarenin yaygın tefsirinin tevil ile mümkün olduğunu söylediğini okura aktardıktan sonra onu “kestirip atmakla” suçlaması pek tutarlı görünmemektedir. Ayrıca Abduh tercihini belirtmeden bıraksa okuru bu konudaki kanaatinden mahrum bırakmış olurdu.
Sifil’in taklit bağlamında Abduh’a getirdiği bir eleştiri de şöyle: “Kur'an ve Sünnet'in bireylerin vicdanına bıraktığı talak, çok eşlilik, vakıflarla ilgili birtakım hükümler Abduh tarafından şahsî inisiyatif alanından çıkartılarak hakim kararına bağlı hale getirilmiştir. Bunun, kişiyi ulemanın otoritesinden ‘kurtarıp’, hakim ve kanunun otoritesine teslim etmekten başka bir anlamı var mıdır? Yine bu durumda ulemanın içtihatlarıyla amel eden kişi niçin şirk ithamıyla karşı karşıyadır da, hakimin ve kanunun kendisine gösterdiği yolda davranma ‘zorunluluğu’ ile kuşatıldığında şirke ‘zorlanmış’ olmamaktadır?” Sifil’in bu itirazı yerinde değildir. Çünkü ulemayı taklit gönüllüdür. Hakimin verdiği karar ise tarafları bağlamakta ancak bir üst mahkemeye itiraz hakkı baki kalmaktadır. Fakat taklitçi zihniyet sahipleri taklit ettiği kişinin görüşlerinin Kur’an ve Sünnet ile uyuşup uyuşmadığını kontrol etme zahmetine girmemektedir. Bu tehlikenin somutlaştığı yer belki de Sifil ile yapılan bir röportajda yer alan Ebu’l-Hasan el-Kerhî’nin (ö. 340) şu sözleridir: “Mezhebimize muhalif olan her [ayet veya] hadis mutlaka ya mensuhtur, ya tevil edilir.” Sifil, bu sapmayı (mealen) şöyle tevil etmektedir: “Kerhî, ayet ve hadis mezhebimize uymak zorundadır, değil ‘Ben Kur’ân ve Sünnet'i anlamak için ortaya Hanefî mezhebi olarak bir sistem koydum. Keyfî olarak herhangi bir nassı kendi keyfime, arzuma ve hevama tâbi tuttuğuma dair bir iddia varsa tartışalım. Ben Kur’ân ve Sünnet'le amel etmek için ortaya koyduğum sistem doğrultusunda, her mezhebin yaptığı gibi nasslardan bir kısmıyla amel ettim, bir kısmını tevil ettim.’ demektedir.” Bu durumda, “Muhammed Abduh, Fazlurrahman (1919-1988), Hayrettin Karaman (1934- ) vs. Sifil tarafından tenkit edilen zatların da kendilerine has bir ‘sistemi’ vardır. Onlar da kendilerine göre Kur’an’ı ve Sünneti anlama yöntemleri geliştirmişlerdir. Nassın bir kısmıyla amel etme bir kısmını da tevil etmeleri en az Kerhî’ye olduğu kadar onlara da caizdir. Dolayısıyla adalet asrımızdaki Müslüman entelektüellere de en az Kerhî’ye gösterilenki kadar “merhamet/tolerans” göstermeyi zorunlu kılar. Hem üçünün de ‘Sistemime uymayan ayet ya da mensuhtur ya da tevil ederiz.’ şeklinde ‘hiç de İslamî olmayan’ bir ilkeye sahip olduklarını da bilmiyoruz!” dememizde bir gariplik var mı?
9 Haziran 2011 (Memleket Gazetesi)