Muş Alparslan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin öncülüğünde kurulan Anemon Öğrenci Topluluğu’nun etkinliği çerçevesinde geçtiğimiz hafta (4/4/2012) protest edebiyatçı Mustafa Everdi “Metafizik Devlet (Siyasal İlahiyat)” konusunda bir konferans vermek için Muş’taydı. Bu yazıda o konferanstan aldığım notlar üzerine birkaç değerlendirmede bulunacağım.
Everdi, “Osmanlıların temelde Babaî (Ön Alevi) idi. Sonra Sünnileştiler.  Anadolu’ya Sünniliğin İran üzerinden ithal edilmesine karşılık, Anadolu’daki Türkmenler de İran’a Aleviliği ihraç etti. Bu da kaderin bir cilvesi herhalde.” dedi. Babaîlik tarikatının kurucusu Baba İlyas’ın kayıp eserini bulan tarihçi Mikail Bayram ise –Babaîlerin eserlerinden yola çıkarak- Everdi’nin aksine Babaîlerin Şafii mutasavvıflar olduğunu, Türkmenlerin Osmanlılar tarafından dışlandıkları tarihi zaman aralığında İran’a gittiklerini ve Safeviler tarafından Şiileştirildiklerini söylemektedir. Bildiğim kadarıyla öğütleri duvarları süsleyen Şeyh Edebali de Babaî idi ancak o belki de tarihin bir cilvesi olarak üstatları Şeyh Baba İlyas ve halifesi Baba İshak gibi -sonraki dönem Müslümanlarca- “âsi/sapkın” olarak görülmedi.
Everdi metafizik devleti izah ederken Özbek Türk’ü Timur’u (1336-1405) da örnek verdi. Timur Anadolu’yu aldı, Çin’e kadar gitti, ancak elli yıl sonra devletinden eser kalmadı. Osmanlı ise Timur saldırıları karşısında bir durağanlık dönemine girmiş ve nerdeyse iktidarsız bir devir yaşamış olsa da yaklaşık elli yıl sonra 1453’te İstanbul’u fethetti.
İmparatorluğun kuşatıcılık yönüne dikkat çeken Everdi, onların sömürgecilik yönü bir kenara, otoritesi altındaki kesimleri her zaman baskı ile değil onlara belli bir oranda hürriyet alanı tanımakla hayatiyetini devam ettirebildiklerini ifade etti. Bu açıdan İngiltere iyi bir örnek olabilir.
Everdi’nin “Zihnimizi misak-ı milli ile sınırlamak zorunda değiliz, hatta sınırlı olmamalıdır.” şeklindeki sözleri de önemliydi. Zira bu zihinsel sınırlama Müslümanların din algısını bile olumsuz etkilemekte. Bir kesim var ki, Anadolu topraklarında yaşamamış Müslümanların üretimlerini görmezden gelme taraftarı. Muhtemelen başlangıcı İslam öncesi dönemlere kadar götürülen Türk tarihi şeklindeki ırkçı yaklaşıma karşı çıkış niyetiyle bin yıllık tarih vurgusunu üreten o dönemin Müslümanlarının tepkisel ve dönemsel yaklaşımı sonraki nesilde milliyetçi bir algıya dönüştü. Hâlbuki doğru olan tarihe gönderme yapılacaksa İslam tarihini esas alan bir milada gönderme yapmak idi.
Mezhep ya da din değiştirmenin siyasi yönlerine de dikkat çeken Everdi, İngilizlerin Anglikan Mezhebini kurmasının, PKK’nin Zerdüştlüğü gündeme getirmesinin manidar olduğuna dikkat çekti. Demek ki Kral VIII. Henry bir eş daha almak uğruna bu Mezhebi benimsediği şeklindeki yorum, olayı fantezi boyutlarında takdim etmek isteyenlerin işi. PKK’nın Zerdüştlüğü gündeme getirmesi de Kürtlerin Müslüman kalmaları durumunda “bir arada yaşama kültüründen” kopamayacağını düşünmesinden kaynaklanıyor olsa gerek.
Everdi Türkiye’de devletin zulmetmede herkese (kendisini Müslüman, Kürt, Alevi vs. şeklinde tanımlayanlara) eşit davrandığını şimdi de askerlere zulmettiğini ifade etti. Program sonrasında askerlere zulmedilmesinden kastının ne olduğu sorulduğunda, hukukçu olarak yıllardır özellikle dindar kesimlerin davalarına baktığını ve uzun süreli gözaltılardan ve yine uzun süreli tutukluluk haliyle devam eden yargılamalardan müşteki olduğunu, şimdi ise yine aynı yanlışın bu sefer başka bir kesime yönelik olarak sürdürüldüğünü ifade etti.
Halkın hurafeleriyle uğraşmanın bedelsiz olduğunu söyleyen Everdi, salt buna yoğunlaşan ilahiyatçıların yanlış yaptığını ama onların devletin hurafeleriyle uğraşmadığını ifade etti. Ekseriyeti ilahiyat alanında okuyan ve okutan dinleyici kitlesine yönelik bu eleştirideki pervasızlığı nedeniyle belki de Everdi’yi tebrik etmek gerekiyor. Everdi, “Böyleleri ölünce biz halk olarak onlara büyük bir türbe yapıp türbelerine çaput bağlarız.” dedi. İlahiyat camiasında bu problem büyük oranda mevcut ancak her iki hurafeyle de uğraştığından üniversitedeki görevinden uzaklaştırılan Prof. Dr. İbrahim Sarmış örneğini de bu bağlamda hatırlamış olalım.
Everdi her partinin ziyaret edeceği bir kabri olduğunu (Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Alparslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu vs.), Necmettin Erbakan için de yeşil bir türbe yapılacağını düşündüğünü ancak rahmetlinin vasiyeti gereği “sade bir mezarlığa” defnedildiğini ifade etti. Allahu Teala sünnete uygun vasiyeti nedeniyle kendisine gani gani rahmet eylesin.
Everdi’nin bir düzineye yakın kitabından üç tanesini tavsiye ile yazımızı noktalamış olalım:
Derin Demokrasi Milletin Kırmızı Kitabı
Diyanet’in Hacısıyım Hacerü’l-Esved Hastasıyım
Kelebekler Yürümez: Mukayeseli - Gayri Resmi Bir Hatıra Kitabı

Memleket Gazetesi (12 Nisan 2012)