Cariye ile nikâh şart mı?
Said Şimşek’in “Kur'an’ın Ana Konuları” adlı eserinde verdiği bilgilere göre, Kur'an’ın indiği dönemde “kölelik kurumu” yaygın olarak biliniyor ve hukuku da uygulanıyordu. Çapulculuk, adam kaçırma ve borcunu ödeyemeyen kişinin özgürlüğünü sona erdirme gibi yollarla köleleştirmeler olmuşsa da İslam bunu savaş ile sınırladı. Günümüzdeki esir kamplarının karşılığı İslam’daki köleliktir. Bu kölelerden kadın olanların (cariyeler) erkek olanlarından bir farkı, sahibi durumunda olan kişinin o köle kadınla kadın-erkek ilişkisine girebilmesidir. Ancak bu durumda o kadın başkasıyla evlenemez ve kadın-erkek ilişkisine giremez. Doğum yapması durumunda da özgür olur.[1] Görüldüğü kadarıyla Şimşek, cariye sahibinin cariyesiyle karı-koca ilişkisine girmesi konusunda “nikâh şartı” koşmamaktadır. Bu telakki, tefsirlerdeki yaygın yorumlarla uyum içindedir.
Mustafa İslamoğlu’nun “Hayat Kitabı Kur'an” adlı mealindeki yaklaşım ise Şimşek’inkinden farklıdır. “Sizden her kimin hür mümin kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da sağ ellerinizin sahip oldukları mümin cariyelerinizden efendilerinin rızası ile nikâhlamak var.” (Nisa, 4: 25) ayetini yorumlayan İslamoğlu, “Safiye ve ve Cüveyriyye adlı iki annemiz savaş esiridir fakat Rasulullah (s) onları “cariye” edinmeyip nikâhlamıştır. Sünnetteki uygulama budur. Kaldı ki, Muhammed 4. ayet savaş esirlerinin köleleştirilmesini dışlamaktadır. Sıcak savaş dışında da esir almak yasaklanmıştır.” demektedir.[2] Anladığım kadarıyla İslamoğlu “Cariyesi olan nikâhlamadan onlarla karı-koca ilişkisi kuramaz.” demek istemektedir. Fakat Rasulullah (s)’ın bu sünneti acaba tercihi midir yoksa ümmetine emri midir? Seyyid Sabık’ın Hz. Ayşe’den Hz. Peygamber (s)’in Cüveyriyye ile nikâhlanmasına dair şu aktarımı İslamoğlu’nun yaklaşımına hiç de yakın durmamaktadır: “Rasulullah (s) onunla evlenirken bir maslahatı gözetiyordu. Şehvetini gözetseydi, sağ elinin malik olduğu bir harp esiresi olarak onu alırdı.”[3] İslamoğlu’nun “cariye ile nikâhı zorunlu gördüğünü” düşünmemi destekleyen diğer bir şey ise onun “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar ancak eşleri veya ellerinin sahip olduğu hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir.” (Müminun, 23: 5-6) ayetlerindeki “veya ellerinin sahip olduğu” ifadesini “yani eşleri” olarak yorumluyor olmasıdır. Bu durumda cariye olsun olmasın bir müminin hanımlarının tümü onun “nikâhlısı” olmak zorundadır.
Yukarıda belirttiğimiz Müminun suresi ayetlerini yorumlarken Muhammed Esed’in (1900-1992) yaklaşımlarını esas alan İslamoğlu, “ellerinin sahip olduğu” ifadesinin cariyelerden değil mümin kimsenin eşlerinden söz ettiğini yoksa konunun cariyeler olmadığını ileri sürmektedir. Zaten kadın kölelerle karı-koca ilişkisi meşru değildir.[4] Ayette İslamoğlu’nun yaptığı gibi “nikâhlılık vurgusu olsa” “nikâhınız altındakiler hariç” demekle yetinilirdi “eşleriniz yani..” diye bir açıklamaya ihtiyaç olmazdı. Belli ki söz edilen, hanımlar ve cariyeler olup ikincisiyle nikâh da mecburi değildir. Ayrıca nikâhlandıktan sonra cariyelerin her açıdan özgür hanımlarla eşit haklara sahip olmadıkları kabul ediliyorsa (miras, talak vs.) o zaman erkekler için şahitler huzurunda “kabul ettim” demek pek zahmet olmasa gerek. Ayrıca cariyelere “hizmetçi hanımlar” dense o zaman niye “onlardan avret yerlerini korumak zorunda değil” mümin erkekler?
Yazımızı (Belâzurî’nin nakillerinden biri olan) Kurayza Yahudileri ile Hicrî 5. Yılda yapılan savaş sonucu, ganimet olarak Rasulullah (s)’a düşen Reyhane’nin (r) Rasulullah (s)’ın onu nikâhlayarak özgürlüğe kavuşturma teklifine verdiği cevap ile bitirelim ki “cCariye ile nikâh konusundaki yaklaşımımız” netleşsin: “Beni nikâhlamaktansa cariyen olarak muhafaza et! Ben bir cariye olarak kalmak isterim.”[5] Ayrıca imkân olsa da “Mâriya da Rasulullah (s)’ın nikâhlı cariyesi idi.” diyebilsek!
23 Haziran 2011 (Memleket Gazetesi)
[1] Şimşek, M. Sait, Kur'an’ın Ana Konuları, 2. Bs., Beyan Yay., İst., 2001, s. 198-203.
[2] İslamoğlu, Mustafa, Hayat Kitabı Kur'an Gerekçeli Meal-Tefsir, 3. bs., Düşün Yay., İst., 2009, s. 153.
[3] Sabık, Seyyid, Fıkhu’s-Sünne, (çev: Tayyar Tekin), 4 c., 2. bs., Pınar Yay., İst., 1992, III, 381.
[4] İslamoğlu, age, s. 661.
[5] Hamidullah Muhammed, İslâm Peygamberi, 2. c., (çev: Salih Tuğ), İrfan Yay., İst., 1993, II, 690.