Bir Özel Harp'çinin Yükselişi
8 Ocak 2006 tarihli Milliyet’teki
köşe yazısında Can Dündar, bir Özel Harp Dairesi mensubu olan emekli Org. Kemal
Yamak'ı konu edindi. Bu sayede kontrgerilla tartışması yeniden açılmış oldu.
Örgütün adı: Özel Harp Dairesi...
"Daire", Kemal Yamak'ın ilkin Hürriyet'te özetlenen anılarıyla (Doğan
K., 2006) gündeme gelmiş, ardından da "Yamak'ın sağ kolu" olduğu
söylenen emekli Org. Sabri Yirmibeşoğlu da tartışmaya katılarak "Özel
Harp'te çalışanlarla iftihar ettiklerini" açıklamıştı.
Yirmibeşoğlu, 50'lerin başında
Çankırı Gerilla Okulu'nda, "Turancılık davası"ndan beraat ettikten
sonra gönderildiği ABD'den yeni dönen "gerilla öğretmeni" Yüzbaşı
Alparslan Türkeş'in "çok sevdiği öğrencisi" oldu. 1955'te 6-7 Eylül
olayları sırasında Özel Harp Dairesi'nin atası sayılan Seferberlik Tetkik
Kurulu'nda görevliydi. “"6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir
örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” Yine, "Savaşta, düşmanın işgal ettiği
bölgelerde bazı olaylar yaratılır ve düşman yaratmış gibi gösterilir. (...)
Halkı düşmana karşı galeyana getirmek(tir amaç)... Belki Güneydoğu'da da oluyor
bunlar.” şeklindeki sözler de ona ait.
Yamakoğlu’nun bu sözleri bize şunu
öğretiyor olmalı. Tüm devletler tabiatı gereği muhafazakârdır. Mevcut durumu
korumak için gerektiğinde ortaya koyduğu ilkeleri bir güzel çiğner, Süleyman
Demirel’in ifadesiyle rutinin dışına çıkar, kendisini yasaların üstünde görür
buna rağmen de hâlâ kutsanmayı bekler ve kutsayanları bulmakta da zorluk
çekmez.
Dündar, yazısında belirttiğine göre,
Yirmibeşoğlu komünizmle mücadele kapsamında NATO'nun CIA desteğiyle kurduğu
Gladyo eğitimi için Napoli'ye gitti. Dönüşte "Türk kontrgerillasının doğum
yeri" olarak bilinen Kıbrıs'a tayin oldu. “63 olayları”nı orada yaşadı.
"Oradaki Türkleri teşkilatlandırdı." Daha sonra Özel Harp Dairesi
Kurmay Başkanlığı'na atandı. Üç sene sonra da Daire'nin başına geçti.
Bu bilgiler bizi şu açıdan da kafa
yormaya götürmeli: Bir dönem milli ve manevi değerlere sahip çıkma iddiası
çerçevesinde de olsa İslâmî kimliğini ön plana çıkaran kimseler aslında SSCB
karşıtı bir kampanyanın gönüllü askeri miydiler? Bir kısmı farkında bir kısmı
da farkında olmaksızın aslında ABD planları doğrultusunda “Allahsızlara” karşı
mücadele mi ettiler? Bu amaçla “komünizmle mücadele” dernekleri mi kurdular? Kazancın
ne kadarı kendi kâr hanelerine ne kadarı da ABD ve işbirlikçi yönetimlerinkine
yazıldı? Müslüman önderlerden birisi nasıl oldu da ABD’yi Hz. Musa’nın asası
olarak görebildi? Devam edelim…
Başbakan olduğu dönemde Bülent Ecevit
Özel Harp Dairesi'nden "tesadüfen" haberdar oldu. Ona bu konuda Başbakanlık
konutunda bilgi veren, Özel Harp Dairesi'nin Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu idi. Ecevit
o günden sonra Özel Harp'i denetim altına almaya çalışırken Yirmibeşoğlu daha
önemli bir göreve, NATO İstihbarat Başkanlığı'na tayin edildi. 1978'e kadar da
bu görevde kaldı.
Dönüşte Sarıkamış'a atandı. Ecevit'le
yolları orada bir kez daha kesişti. Ecevit sordu: “Farz-ı muhal, buradaki MHP
il başkanı, aynı zamanda Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısındaki gizli
elemanlardan biri olamaz mı?" Aldığı cevap manidardı: "Evet, öyledir
ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır."
Özel harpçiler bir dönem “hizmet”te
bulundular ve ardından da milletvekili (!) oldular. Yani ABD politikalarını ülkemizde
muhkemleştirmenin bir ödülüydü bu.
Bu ödüle en layık görülen kişi belki
de Yirmibeşoğlu idi. Kendisi, 12 Eylül döneminde Kara Kuvvetleri Lojistik
Başkanı, 1982-83 arası Milli Savunma Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcısı, 1983'te
Ankara Sıkıyönetim Komutanı, 1984-86 arası Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanı,
1986-88 arası yine Sarıkamış'ta 2. Ordu Komutanı, 1988-90 arası Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreteri idi.
Nasıl Ecevit, kendisine karşı düzenlenen
Çiğli suikastının ardında Gladyo’yu aramışsa Özal da kendisine düzenlenen
suikastın arkasında hangi örgütün olduğunu tespit etmeye çalımıştı. Olayı
soruşturan komisyon üyesi Uğur Tönük’e, MİT görevlisi olduklarını sandığı üç
görevli bir generalin adını vererek "Bu tahkikatı kesin!" dedi.
Tehdidin geldiği general o dönemin MGK Genel Sekreteri "Sabri
Yirmibeşoğlu!" idi.
Görüldüğü gibi devlet, kendisini
“milli” gösterse de zaman zaman uluslar arası “kirli” ilişkileri önceleyen bir
kurum. Ve bu ilişkiler başbakanları, cumhurbaşkanları bile hedef alabiliyor. Ve
biz “üst düzey asker anılarını” okuyarak
artık Susurluk ve Şemdinli olaylarını daha rahat anlayabiliyoruz.