Ashab-ı Kehf ve Rakîm
Kehf Suresi işkencelere rağmen henüz Mekke’den Habeşistan'a hicretin gerçekleşmediği dönemde inmiştir. İşte bu nedenle, işkence gören müminleri teselli etmek onları cesaretlendirmek ve onlara müminlerin geçmişte imanlarını nasıl koruduklarını göstermek amacıyla bu surede Ashab-ı Kehf’ten (Mağara ehli) söz edilmiştir.[1] Bu yazıda, “Ashab-ı Kehf sadece Müslümanların mı gündemindeydi? O gençler Hz. İsa öncesinin mi sonrasının mı Müslümanlarıydı? Bu kıssa Allahu Teala’nın en şaşılack ayetlerinden midir? Rakîm kelimesine müfessirler ne tür anlamlar vermiştir?” şeklindeki sorulara dair değinilerde bulunacağız.
Tevhid dininin şahitliğini sergilemeye çalışan bir grup gençten oluşan Ashab-ı Kehf’in Hz. İsa’nın ashabından kişiler oldukları[2] ve Hz. Muhammed'in (s) peygamberliğini sınamak için Yahudi ve Hıristiyanların kışkırtması ve Arapların hiç bilmediği konularda sorular sormalarını tavsiye etmeleri üzerine Mekke'li müşriklerin Peygamber'e (s) yönelttikleri soruya bir cevap olarak Kur'an’da anlatılmış olabileceği ifade edilmektedir.[3] Kralları bir puta ibadet etmeye davet edince bu gençler direnmiş ve “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilâh deyip tapmayız, yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.” (Kehf, 18: 14) demiş ve Allahu Teala’ya ibadet etmek için kavimlerini terk etmişlerdi.[4] Ne var ki, Mağara[5] ehli hakkında sorular sormak için Kureyşlilere gelenlerin Yahudiler oldukları da rivayet edilmektedir.[6] Bu rivayet esas alındığında, bu öykünün Kitap Halkı (Yahudilerin) kitaplarında muhafaza edildiğini ve Hıristiyanlıktan önceki döneme ait olduğunu söylemek mümkündür.[7]
Ashab-ı Kehf kıssası, Allahu Teala’nın Hz. Peygamber (s)’e verdiği kitap ve hikmetten daha üstün değildir. Bu nedenle Kur'an, “Yoksa sen Ashab-ı Kehf'i ve Rakim'i şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?” (Kehf, 18: 9) demektedir. Yani, bu olayın şaşırtıcı olması söylense de “en şaşırtıcı ayet” olduğu söylenemez.[8] Allahu Teala’nın yarattığı; güneş, ay, dağlar, gökler ve yer basiretli kişiler için daha şaşırtıcı ayetler değil midir?
Kur'an’da Ashab-ı Kehf ifadesinin hemen ardından gelen Rakîm’e gelince bu kelimenin; kitabe,[9] bu kıssanın[10] ya da söz konusu gençlerin isimlerinin ve soy bilgilerinin yazılı olduğu levha,[11] (mağaranın bulunduğu) dağın adı, (o gençlerin çıkıp gittiği) kentin ya da Ashab-ı Kehf’in köpeklerinin adı,[12] Ashab-ı Kehf gibi uyur halde yirmi bir kişinin ölü olarak bulunduğu bir mağaranın bulunduğu Bizans kentlerinden birisi[13] veya Kitab-ı Mukaddes’te Rekem denilen (Yeşu, 18: 27) yer olduğu[14] söylenmiştir.
En doğrusunu Allahu Teala bilir.
1 Kasım 2012 (Memleket Gazetesi)
[1] Mevdudî, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay., İst., 1986, III, 135.
[2] Amr’dan nakleden el-Hakîm b. Beşir’den aktarımla Taberî, Muhammed bin Cerir, Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000, X, 17.
[3] Mevdudi, a.g.e., III, 143.
[4] Taberî, X, 17.
[5] Ayetin orijinalindeki kehf kelimesinin büyük mağara anlamına geldiği, küçük mağaraya ise Arapça’da ğâr denildiği ifade edilmektedir bkz. Vâhidî, Muhammed b. Ali, el-Vasît fi Tefsiri’l-Kur'ani’l-Mecîd, 4 c., Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 1994, III, 137.
[6] Seâlebî, Ebu İshak Ahmed, el-Keşfu’l-Beyân an Tefsiri’l-Kur'an, 10 c., Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabî, Beyrut, 2002, VI, 130.
[7] İbn Kesir’den naklen Hamidullah, Muhammed, Aziz Kur'an, (çev: Abdülaziz Hatip, Mahmut Kanık), Beyan Yay., İst., 2000, s. 441-442.
[8] İbn Ebî Hatim, a.g.e., VII, 2347.
[9] Vâhidî, el-Vasît fi Tefsiri’l-Kur'ani’l-Mecîd, III, 137.
[10] İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer, Tefsiru’l-Kur'ani’l-Azim, 8 C., 2. bs., Daru Tayyibetin Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Riyad, 1999, V, 139.
[11] Vâhidî, Muhammed b. Ali (h. 486), el-Vecîz fi Tefsiri’l-Kitabi’l-Aziz, Daru’l-Kalem, Beyrut, h. 1415, I, 654.
[12] Nesefi, Mahmud Hafız ed-Dîn (ö. 710), Tefsiru’n-Nesefi (Medâriku’t-Tenzîl ve Hakaiku’t-Te’vil), 3 c., Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut, 1998, II, 287.
[13] Endelüsî, Ebu Hayyan, Tefsiru’l-Bahri’l-Muhit, 8 c., Daru’l-Fikr, Beyrut, ts., VII, 142.
[14] Ebu’l-Kelam Azad’dan naklen bkz. Mevdudi, a.g.e., III, 140-141.