Yoksa sen, bizim ayetlerimizden Kehf ve Rakim sahiplerinin ibrete şayan olduklarını mı sandın? O gençler mağaraya sığınmışlar ve ‘Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!’ demişlerdi. Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk. Sonra da iki guruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık. Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık. Onların kalplerini metin kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.” (Kehf 18: 9-14).
Ali Küçük’ün Besairu’l-Kur’an adlı eserindeki ifadesiyle, Ashab-ı Kehf; Kur’an’ın bize hangi tarihte ve coğrafyada olduklarına dikkat çekmeksizin Allah için, O’nun dinini yaşamak ve rızasını kazanmak, hayatlarını O’na sunmak, dünyayı, dünyanın süsünü ve ziynetini, rahatlığını, Allah’ın arzularıyla çatışan toplumlarını, babalarını, analarını, kavim ve kardeşlerini, kendilerini ilahlaştırmış toplumun zalim idarecilerini ve bu zalim idarecilere kulluğu sineye çekerek şirke düşmüş toplumlarını terk ederek Allah rızası için hareket etmiş gençlerden oluşmaktadır. Kurtubi el-Câmi’ li Ahkâmi'l-Kur'an adlı eserinde bulunduğu bir nakle göre, bu gençler ülkelerinin ileri gelenlerinin oğullarından bir topluluk idi. Gizlice Allah'a İbadet eden bu gençlerin bu durumları hükümdara iletilince, hükümdarın onlara kötülük yapmasından korkup geceleyin kaçtılar.
Eğer bu gençler dönemlerinde aynı hayatı paylaştıkları akranları, babaları ve anaları gibi olsalardı, yani çağdaşları gibi içinde yaşadıkları toplumun şartlarını kabul edip tâğutların arzularına boyun eğselerdi onlar da ötekiler gibi unutulup gideceklerdi.
Anlaşılan, bu gençlerin yaşadığı toplumda din ve vicdan hürriyeti yoktu. Onlar, putperest kavimlerine karşı çıkıp göklerin ve yerin rabbinden başkasına ibadet etmeyeceklerini açıkladılar ancak gelişmeler karşısında kavimleri arasında Allah'a olan imanlarını serbestçe ifade etme ve inançlarının gereğini yerine getirme imkânı bulamayacaklarını, hatta onların arasında hayat hakkına dahi sahip olamayacaklarını anlayınca bir mağaraya sığındılar. Baskı ve zulümden kaçan gençler, Allah'ın yardımını ve bir kurtuluş yolu göstereceğini ümit ederek, “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” diye dua ettiler.
Onların bu tavrı insanın dinini kurtarmak için yakınlarını, vatanını ve mallarını terk ederek dini uğrunda hicret etmek hususunda önemli bir ibret örneğidir. Hz. Peygamber (s) de dinini kurtarmak için arkadaşıyla birlikte yurdunu terk edip bir mağaraya sığınmıştır: “Muhammed'e yardım etmezseniz, bilin ki, inkâr edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşı Ebu Bekir'e, ‘Üzülme, Allah bizimledir.’ diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, Hakîmdir.” (Tevbe, 9: 40).
Suriyeli müfessir İzzet Derveze Tefsiru’l-Hadis adlı eserinde bu kıssadaki gençler ile Hz. Peygamber (s) ve ona inananlar arasındaki sıkı benzerliğe dikkat çekmektedir. Hz. Peygamber (s)’e inananların büyük çoğunluğunu Kureyşli gençler oluşturuyordu. Ve onların babaları müşrik olup Muhammedî davete düşmanlık besliyorlardı. Bu gençler imandan sonra şirke geri dönmeleri için babalarının işkence ve eziyetine maruz kalıyorlardı. Öldükten sonra dirilmek, haşir ve ahiret cezası, Peygamber ile müşrikler arasındaki tartışmaların en önemlilerini oluşturuyordu.
Bu gençler kıyamete kadar kendilerinden sonra gelecek ve kendilerini takip edecek Müslümanlara güzel birer örnek oldular. Tavırlarıyla kendilerinden sonra gelecek ve yeryüzünün neresinde olursa olsun Kur’an’ı eline alan Müslümanlara güzel mesajlar sunmuş oldular. Onlar kıyâmete kadar müminlerin dillerine destan oldular. Allah kıyamlarından ötürü onları destanlaştırdı ve sembolleştirdi.
Bu gençler Allah için sundukları örnek imanlarıyla, teslimiyetleriyle, hayatlarıyla ve kıyamlarıyla, Allah’ı yegâne Rab ve İlah bilip onun dışındaki tüm sahte tanrıları reddedişleriyle, küfre ve şirke baş kaldırışlarıyla tüm Müslümanlar için örnek oldular.
Ashab-ı Kehf’in Rablerine imanları ve teslimiyetleri olmasaydı, peygamberlerinin getirdiği hidâyet ile gönülleri çarpmasaydı, öteki arkadaşları ve akranları gibi vahiy bilgisinden, kulluk bilincinden habersiz olsalardı o zaman akranları gibi, evlerinde, köşklerinde kendi dünyalarını yaşayıp gidecek ve yok olup gideceklerdi. Belki rahatları bozulmayacaktı. Belki böyle bir hicret, ayrılık, kıyam ve böyle bir mağara ve onun getirdiği korku, sıkıntı olmayacaktı. Belki huzurları kaçmayacak ve rahatları yerinde olacaktı ama beri tarafta hayatları da ölümsüzleşmeyecekti.
Kıssadan hisse:
Din uğruna risk alanlara Allah yardım eder.
Tağutların arzularına uymaktansa imanlarını koruyup salih amel işlemeyi tercih eden Müslümanlar tarih yazarlar.
Ashab-ı Kehf artık aramızda değil ancak kıssalarını okuyan ölüleri diriltmeye ve dirileri de aksiyonerliğe teşvike devam ediyor.


2 Ağustos 2012 (Memleket Gazetesi)