Bilkad’da geçtiğimiz Salı Söyleşileri’nin konuğu Koski genel müdürü Ahmet Sorgun Bey, konusu da “Konya’da su kültürü” idi. Programda Konya ile ilgili güzel bilgiler edindim. Sorgun’un verdiği bilgilere göre, Konya bir zamanlar iç deniz idi. Konya’nın en önemli su kaynağı Loras dağı 2060 m. yükseklikte. Tatlı su buradan geliyor ve dağıtımı için bir enerjiye ihtiyaç yok. Şehir su şebekesi elektrik kesintisiyle âtıl hale gelmesi durumunda bile tatlı su çeşmeleri işlevini sürdürebiliyor.
Söyleşide gazetemiz yazarı Murat Güzel de vardı. Bir dinleyicinin “Altı katlı bir binanın alt katlarda oturan sakinleri tavandaki güneş enerjisinden sıcak su alana kadar çok miktarda su israf ediyor, önlem alınmalı.” demesi üzerine Güzel: “Güneş enerjisinin tesisatı için harcanan para kadar su ısıtma amacıyla tüp kullanılsa aynı harcamayla yaklaşık 30 yıl idare edecek tüp almak mümkün.” şeklindeki sözleri ilginçti doğrusu.

Ankara ve Konya İnanç Platformları
Geçtiğimiz cumartesi günü Ankara’da “Kur’an okuma biçimleri” konulu bir programa katıldım. Gitmişken Abdi İpekçi parkına gidip oradaki başörtüsü yasağını protesto eylemini izleyeyim dedim. Üzücü ama neredeyse Konya’nın iki katı nüfusa sahip Ankara’da eyleme katılım daha cılızdı. Konya adına sevinelim mi, yoksa hak arama mücadelesine yönelik ilgisizliğe bakıp üzülelim mi?

Peygamberler niye gönderildi?
Bir hafta içinde iki değişik ortamda ortaya koyduğum tezler nedeniyle  “Kafamızı karıştırıyorsun.” itirazıyla karşılaştım ve Ali Şeriati’den esinlenmeyle dedim ki: “Peygamberler insanları rahatlatmak değil, konforlarını bozmak için geldiler. İnsanlara ‘Gittiğiniz yol, yol değil! Düşüncelerinizin bir kısmı doğru değil!’ dediler.” İslâm mevcudu sorgulamayı gerektirir. Çünkü insanların çoğu atalarından devraldıkları inanç ve uygulamaları tartmadan yaşarlar. Ne zaman ki insanlar hakikatten iyice uzaklaşırlar o zaman bir “uyarıcı” gelir ve insanları gidişat üzerine düşünmeye çağırırlar.” Hz. Peygamber (s)’e tâbi olmayı bir de bu açıdan düşünelim, derim.

Türkiye’de olsaydı
somewhatcarebear.blogspot.com adresinde okuduğum habere göre bir asker ile otobüsün ön tarafında oturdu diye İsrail’de bir kadın 5 Yahudi tarafından fena halde dövülmüş, sopadan asker de payını almış. Bu olayın Türkiye’de yaşandığını düşünün bir! Bush hemen kınama yayınlar, AB Türkiye’yi üyeliğe kabul etmemekle tehdit eder. Askerler sert bir bildiriyle olayı kınar ve sınır boylarına gönderilmiş olan askerler hemen başkente çağrılır. Seküler çevrelerce Anıtkabir’e büyük bir yürüyüş organize edilip “Kahrolsun şeriat!” sloganları atılır. Apo –Adnan Menderes’e bile tanınmayan bir imkânla- “Laikliğe halel getirtmeyiz!” açıklaması yapar. Bu tür bir olay ancak İsrail’de yaşanırsa dünyada “vakıa-yı adiyeden” sayılır. Çünkü onlar “seçilmiş bir millettir”, böyle zelleleri (?) olur.

Başbakanın telefon trafiği
Vakit gazetesinden Kenan Kıran-Nafiz Karaman'ın haberine göre 22 aylık Muhammed Sait K. dün İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde kasık fıtığından ameliyat oldu. Çocuk Cerrahi Ameliyathanesi’nde yapılan ameliyat ardından anne Z.K çocuğu narkozluyken yanında durması için çağırıldı.
Fakat Z.K’nın hijyenik olmadığı ileri sürülerek başörtüsünü çıkarıp bone takması şart koşuldu. Dr. Altan Alim ve ameliyat hemşireleri aksi halde ameliyathaneye giremeyeceğini söyledi. Anne Z.K’da başörtüsünün hijyenik olmadığı iddiasının saçma olduğunu belirterek başını açmayı kabul etmedi.
Bu haber doğruysa başörtüsü sorunu yaşayanları son zamanlarda telefonla arayıp teselli eden başbakanın telefon trafiği artacak. En iyisi bu anlamsız yasağı salt üniversite öğrencilerini değil toplumun tüm kesimlerini kuşatacak şekilde kaldırmak.
06 Aralık 2007 (Memleket gazetesi)