Satır aralarındaki milliyetçilik
Medyakronik
internet sitesinde Arus Yumul ve Umut Özkırımlı’nın kaleminden “Günlük
Gazetelerde Milliyetçiliğin Fark Edilmeyen Yüzü” adlı güzel bir makale
yayımlandı. Araştırma hazırlanırken İstanbul’da yayımlanan 38 günlük gazete
üzerinde ayrıntılı bir araştırma yapılmış. Araştırmada, İngiliz sosyal
psikologu Michael Billig’in “Sosyal bilimler de milliyetçilik söylemlerini
besleyen “sıradan” unsurları, algılamalara, bakış açılarına yön vererek
gerektiğinde -örneğin bir kriz anında- kullanılmaya hazır bir milli bilinç
ortamı yaratan küçük, önemsiz -gözüken- ayrıntıları görmezden gelme konusunda
masum sayılmaz” şeklindeki görüşüne de yer verilmiş. Ona göre, sosyal bilimler
bu toplu unutuşa katkılarını iki yolla yapıyorlar. Bir yandan milliyetçilik
kavramını ayrılıkçı ya da yayılmacı hareketlerle özelleştirerek onu ötekilere,
“asil” unsur kabul edilenler gibi olmayanlara yansıtırken, diğer yandan “asil”
unsurun milliyetçiliği, liberal, hoşgörülü, dolayısıyla iyi ve gerekli gösteren
kuramsal açılımlar üreterek doğallaştırıyorlar. Onlar milliyetçi, hatta ırkçı
olurken “biz” kabul edilen kesim vatansever kabul ediliyor. Üzücü olan dinî
hassasiyeti ön planda olan ya da öyle görmek istediğimiz kesimlere hitap eden
basın yayın kuruluşlarında bile bu söylemden âri olamaması.
Sözgelimi, “Türk füzelerine savsaklama” manşeti Yeni
Asya’ya ait. Toplumun en önemli kırılma noktalarından biri olan laik/anti-laik
çatışmasının basındaki yansıması milliyetçi söylemden ayrılamıyor. Örneğin
Milli Gazete’deki “Çağdaş Yobazlar” başlıklı yazısında Zeki Ceylan, başbakanın
tarikat liderlerine verdiği yemeği gösterilerle protesto eden CHP’lileri
kastederek şöyle diyor: “Millete savaş açarak, milletin inancına savaş açarak
politika yapma dönemleri artık çok gerilerde kaldı.” Yine aynı gazetede Veli
Şirin “körü körüne Batı taraftarlığı yapan, millî ve manevî değerlere şaşı
bakan, Türk milletinin ve devletinin âli menfaatlerini hiçe sayan çevrelerden”
Erbakan’a destek beklemenin beyhude olduğunu söylüyor. görüldüğü gibi hem
Ceylan, hem de Şirin yazılarında milli ve manevi değerlerden, Türk devletinin
yüksek çıkarlarından bahsetmeye özen gösteriyorlar.
Mehmet Şevket
Eygi’nin Son Çağrı gazetesindeki “Türk-İslâm Koleji” başlıklı yazısında sorduğu
sorular ise konumuz açısından hayli ilginç: “Fanatik laikler bir Nobel
kazanabildiler mi? Güney Kore gibi milli-yerli otomobil sanayi kurabildiler
mi?” Burada Eygi laikleri eleştirirken milliyetçi dili kullanıyor ama başarı ve
gelişmişlik ölçüsü olarak yabancı bir ülkenin yaptıkları ile Batı’nın imgesel
anlamı yüksek bir ödülünden yararlanmaktan da geri kalmıyor.
Bu birkaç
örneğin gösterdiği gibi, laik - anti-laik çekişmesinde kullanılan retorik
genellikle milliyetçi söylemin unsurlarını içeriyor. İslâmcılar milli ve manevi
değerlerden söz edip, laikleri kendi toplumlarına, kültürlerine, tarihlerine
yabancı kalmakla, Batı hayranı olmakla suçlarken, laikler de Türkiye
Cumhuriyeti’nin anayasal laik düzenini ön plana çıkarıyor. Türk toplumunun
karanlığa gömülemeyeceğini, Atatürk’ün devrimlerinden vazgeçilemeyeceğini
vurguluyorlar.
Kıbrıs
konusunda Yunanistan ve Avrupa’nın suçlandığı haber ve yazılar ise milliyetçi
söylemin en açık ve dolaysız kullanıldığı yerler oluyor. Rumların Kıbrıs’ta kan
dökme eylemlerini 40 yıldır sürdürdüğünü söyleyen Kenan Akın’ın “Ne var ki
(her) zaman hür dünya bu saldırganlığı görmezden geliyor ve maalesef Türkler
hep haksız görülüyor.” (Türkiye) sözleri bu bağlamda ilk göze çarpan örneklerden
birisi.
Yine
milliyetçi söylemin en önde gelen özelliklerinden olan geçmişle gurur duyma,
milli tarihin idealize edilmesi gibi tutumlar da pek çok habere yansıyor. Büyük
bir imparatorluğun mirasçısı olan Türkiye’nin bugünü sık sık geçmişle
karşılaştırılıyor ve şu an içinde bulunduğu durumu hak etmediği vurgulanıyor.
Milli Gazete’deki yazısında Mehmet Şevket Evgi, Kanuni Sultan Süleyman devrinde
Türklere esir düşen Pedro’nun tutsaklık yıllarını anlattığı kitaba atıfta
bulunarak “Bakınız o zamanın Türkleri Akdeniz’in nerelerinde donanmalar
gezdiriyor(larmış)” diyor.
Milli kimlik
vurgusunun yapıldığı ilginç bir örnek Akit gazetesinde Fransızların Silivri’de
kurmak istedikleri şehir projesi hakkında yorumda bulunan Necdet Aral’dan
geliyor: “Buralarda Türk insanlar oturacak, Müslüman insanlar oturacak; bir
Fransız, Türk insanının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yerleşim merkezi
kuramaz.”
Kimlikle
ilgili bir örnek de yine Millî Gazete’den Rıza Ulucak ait: “Vatandaşlarımız her
zaman milli meselelerde tek vücuttur.” Milli kimliğin oluşturulup
pekiştirilmesi sürecinde biz-onlar ayrımı kadar bize olumlu özellikler
atfedilirken, onlara olumsuz nitelikler yüklenmesinin önemli olduğu da
biliniyor. Erbakan’ın başbakan olduğu dönemde Millî Gazete’de yer alan şu
sözleri bu konuda rastladığımız en çarpıcı örnek: “Türkiye’nin insanları candan
samimiyetle kucaklar. (Türkiye’de okuyan yabancı uyruklu öğrencilere hitaben.)
Türkiye’ye gittiniz, ne öğrendiniz de buraya geldiniz dedikleri zaman (...)
Türkiye’de hakkı üstün tutmayı öğrendim (deyin)” diyor.
Selam gazetesinden
Muammer Kapucuoğlu’na bahsettiğimiz “sıradan miliyetçilik”ten uzak kalamamış:
“Türkiye ligi öyle bir lig olsun ki tüm dünya izlesin. (Dünyanın dört bir
yanından) insanlar uçaklarına atlayıp maçlarını izlemeye gelsin. (...) Böyle
bir ilgimiz olsa, dünyanın bütün insanları buraya toplansın, bizden övgüyle söz
etseler ne güzel olurdu.”
Sıradan
milliyetçilik milliyetçi söylemin biçimlendirdiği kalıpların, bir başka deyişle
farklı milletlerden, kültürlerden oluşan bir dünya anlayışının, bizim
genellikle iyi, onlarınsa bizi sevdikleri ölçüde iyi, aksi halde kötü oldukları
düşüncesinin bizlere, vatandaşlara benimsetilmesini, bilinçaltımıza
yerleştirilmesini anlamlandırabilmek üzere türetilmiş bir kavram. Bu sorgusuz
sualsiz kabullenmeyi doğuran milli bilincin pekiştirilmesi sürecinde en önemli
rolüyse -sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde- günlük gazeteler
oynamakta.
Neyi niye
kabul ettiğimize ve sahiplendiğimize dikkat edelim.
24.2.2004 Memleket Gazetesi/Konya