*Hikaye
   Etrafını takunyalılar, kara çarşaflılar sarmıştı. Onlardan oldum olası nefret ediyordu. Onlar hep geceleri piyasaya çıkarlardı. Bunun da ötesinde giyim, hal ve hareketleriyle gündüzü de karartmaya çalışıyorlardı. Ancak korktuğu başına gelmiş ve Türkiye İran olmuştu. Diğer öğretim üyeleri sarık cüppe giymeye zaten hazırdı. O ne yapacağını bilemiyordu. Yeni adıyla Al-i Terbiye Cemiyeti üyeleri üniversiteye geldiler ve onu bir odaya aldılar. Oda karanlıktı. Gece lambasının aydınlığında odada bir kamera olduğunu gördü. Anlatmaya başladılar:
-seni sevdiğimizi vatanımızı sevdiğimizi biliyorsun. Biz sana yardımcı olmak istiyoruz. Seni zorla laik yaptıklarını biliyoruz. Biz sana şefkatli kollarımızı açmak istiyoruz. Sen de bize yarımcı ol. Kardeş kardeş yaşayalım. Biliyorsun biz şeriatçı bir ülkenin eğitim kadrosunu oluşturuyoruz. Her ülkenin bir şeriatı vardır. Seni ağına düşüren laiklerin asıl suçlular olduğunu da biliyoruz. Ha bu arada pasta almaz mısın? Nedense biz kakaolu pastaya bayılıyoruz. Buyur limonatadan da al.

   Boncuk boncuk terlemeye başladı. Üniversitede yaptıklarını hatırladı. İçi daraldı. Kekelemeye başladı. Ne diyeceğini bilemediği sahte sırıtmalarından anlaşılıyordu. Kendisini savaş esiri gibi hissetti. İçinde çağdaş yaşamı destekleyecek bir güç hissedemiyordu. Damarlarındaki asil kan donmuştu. Takunyalı cemiyet üyeleri tekrar söze başladılar.
-Aslında biz de sizi düşünüyoruz. Sizin gibi niceleri ülkenin gerçeklerini kavradılar ve çağdışı yaşamı kabul ettiler. Sizin den aynı basireti göstereceğinizi umuyoruz. Sizi ülkemize devletimize kazandırmak istiyoruz. Sizin de böyle düşündüğünüzden eminiz.
Hayır demek istiyordu. Ancak evine dönmek hayatını yaşamak arzusu onu engelliyordu. Laik olmak ona ne kazandıracaktı? Ölüm sonrası da onu pek ilgilendirmiyordu. Pekala çağdışı yaşamı kabul etmiş gibi yapabilirdi. Sentetik bir takke işi idare ederdi. Rahip cüppesi giymeye zaten alışıktı. Ne olur yani artık dincilerin cüppesini giyerdi. O yine de gizliden gizliye kare as floş ruel muhabbetlerini sürdürebilirdi. Pragmatizm de fena değildi doğrusu.

   Takunyalı cemiyet üyeleri tekrar söze başladılar:
-Hem bu cereyanın dışarıdan geldiğini masum vatandaşlarımızın pak zihinlerini kirlettiklerini biliyoruz. Dış güçlere alet olmak istemezsiniz değil mi? Hangi vatanını seven vatandaş bunu ister değil mi? İnşallah sizi de bundan kurtaracağız. Dünya ve ahiret saadetine kavuşacaksınız.
Çay alır mıydınız? Oğlum bir çay getir. Zannediyorum Seylan çayı hoşunuza gidecek. Demi iyi çıkıyor. Nedense demli çayı çok seviyoruz. Buzlu içmek gibi bir adetiniz yoktur herhalde. Bazı gavur hayranları var da ülkemizde siz onlardan değilsinizdir canım o kadar da değil. Oo.. çaylar da geldi sıcak sıcak buyurun için. Takunyalı yanındaki takunyalıya fısıldadı: "Oğlum kamera çalışıyor değil mi?"
Takunyalılar ona siyah bir çantaya konmuş bir çift takunyanın yanında bir de tespih hediye ettiler. Artık ikna olmuştu. Üniversitede siyah kemerli takunyaları ile yürürken bir elinde de tespih çekerek öğrencilerini denetleyecekti. Bunu kabul edebilir miydi? Kabul edebilirdi. Çünkü o yasalar çerçevesinde hareket etmeye alışıktı. O emri alır vazifesini yapardı. Yeni giyimi de yakışmıştı doğrusu. Çağ değişmişti canım. Artık takunya dinci cüppe "in" ayakkabı çağdaş cüppe "out" olmuştu.

   Ezan okunuyordu. Bu sesten oldukça rahatsız oluyordu. "Yeni konjonktür yeni konjonktür, ülkenin şartları ülkenin şartları" diyerek uyandı. Kan ter içindeydi. Derin derin soluk alıp veriyordu.
Ve dua etti: "Tanrım sen vatanı dincilerin şerrinden koru!"

Murat KAYACAN - 25.10.1997