Ateş, Süleyman, İnsan ve İnsanüstü Ruh Melek Cin İnsan, Dergah Yay., İst., 1979.

Cin

Cin kelimesi iki anlama gelir: 1. Duyulanrdan gizli kalan bütün ruhani varlıklara denir ki bu takdirde melekleri ve şeytanları da içine alır. 2. Cin, ruhani varlıkların hepsi değil bir kısmıdır. (18) (Ragıb, müfredat) Nasıl ki topraktan yaratıldığı halde toprak insana azap verebilirse cinlere de cehennem ateşi azap olabilir. (46)

Melek

Melekler, evrenin yönetimini ve düzenini yürütmeye memur, tüm tabiat olaylarını icra eden varlıklardır. Meleklerin pek  çok çeşidi vardır. Kur'an’de bazı tabiat kanunlarının da meleklerden sayıldığını görüyoruz: “Birbiri ardınca gönderilenlere andolsun. Derken kökünden koparıp savuranlara. Yaydıkça yayanlara. Böylece ayırdıkça ayıranlara, Zikr (vahy, öğüt) bırakanlara.” (Mürselat, 77: 1-5).
Burada yüce Allah birtakım üstün güçlere yemin emektedir. Tefsirlere göre bunlar; melekler, rüzgarlar, Kur'an ayetleri vs. olabilir. Genellikle bunların Allah taraıfndan gönderilen melekler olduğu kabul edilmekle beraber esip savuran, söküp deviren rüzgarlar olduğunu söyleyenler de vardır. Yüce Allah, bunlara yemin ettiğine göre, bu tabiat kanunlarının da birer meleki güç olduğu anlaşılmaktadır. (21)
Peygamberlere vahiy getiren Cebrail, can almaya memur Azrail, insanların amellerini yaptığı işleri tespite memur Hafaza melekleri gibi çeşitli ruhani melekler vardır. Ancak Adem’e secde ile emredilen ve Allah’ın buyruğu uyarınca Ademe secde eden yani ona boyun eğen, onun emrine giren melekler, -Allah daha iyi bilir.- kanaatimizce tabiat kuvvetleridir. Yüce Allah, bu güçleri insana boyun eğdirmiş, insanın emrine vermiştir. Fakat biz melek deyince ruhani varlıkları anlarız. Burada izahına çalıştığımız da onlardır. (25)

Meleklerin tabiat kanunu oluşu

Rasulullah (s) buyuruyor ki: “Nutfe (meni) rahimde kırk, yahut kırk beş gece kaldıktan sonra melek, nutefnin üzerine gelir, “Ya Rabbi der, şakî mi olacak said mi? Erkek mi olacak kız mı? Erkek mi dişi mi yazılır.” Yapacağı işler, eseri , eceli ve rızkı da yazılır. Sonra sayfa dürülür. Artık ona bir şey ilave edilmez ve bir şey eksiltilmez.” (Müslim, Kader, 1, 2). Burada melek Allah’ın koyduğu üreme kanunudur. (158) Bu kanun olmasa, üreme işi tesadüf eseri olsaydı, başı ya da gözü yapan hücreler baş tarafında toplanabilirdi. O zaman canlının gözleri ayaklarında, elleri başında, barsaklar ıbaşka taraflarda olabilirdi. Halbuki böyle olmuyor. İlahi kudret, çok hünerli el, bu zerreciklerden ibaret hücreleri, belli yerlerde topluyor, kendi aralarında birleştiriyor ve bu  mükemmel organları yaptırıyor. O canlıya atalarından süzülüp gelen özellikleri çiziyor. İşte canlıları bu şekilde muhafaza eden, Allah’ın hücrelere verdiği şuurdur, üreme kanunudur. Biz buna melek (üreme gücü) diyebiliriz. (159)
Menide de ruh vardır. Fakat onlardaki ruh, sadece canlılık vasfını taşır. Onlar külli şuura değil, hücre şuuruna sahiptir. Bundan  dolayı aşılanma ile organları tamteşekkül etmeden önceki ruhları, sadece canlılık anlamına gelen hayvani ruhtur. Fakat yumurta döllendikten sonra çocuğun organları teşekkül ettikten sonra (yani hadiste belirtilen süre içinde) melek tarafından (üreme için konulan ilahi güç taraından) ona insani şuur üflenir, işte ruh-u insani budur. (159-160)
Cenine ruhun üflenmesi, rahimde çoğalan fakat henüz hareket kabiliyetine ulaşmayan cenin hücrelerinin sentezine bağımsız hareket kabiliyeti, kendi başına oynama ve müstakil bir varlık olarak davranma gücünün verilmesidir. organları teşekkül edince bir leşen hücrelerin cüzi şuuru birleşerek, insani şuur haline gelir. İşte insana bu şuuru kazandıran, rahimdeki ilahi kanundur. (160)
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems, 91: 7-8) ayetinden de bunu anlıyoruz. Yüce Allah, nefsi düzenlediği zaman henüz nefis, fücur ve takvasını, iyilik ve kötülüğünü ayırt edecek şuura sahip değildir. Ne zaman ki düzenlenip insan şekline konur, işte o aman fücur ve takvasını idrak etme düzeyine gelir. Bu idrak, Allah  taraından ona verilir. Bu da fücur ve takvayı idrak kabiliyetinin esasıdır. Henüz bu seviyede bilkuvve mevcut olan idrak kabiliyetinin, bilfiil bütün kapasitesine ulaşması da yine zamana bağlıdır. İnsanın dünyaya gelmesi, beli bir yaş düzeyine ulaşması gerekir ki bilinç tekamül etsin. Bundan dolayı insan hemen doğar doğmaz mükellef olmamakta, şuuru  tam kapasitesine ulaştıktan sonra kümellef kılınmaktadır. (160-161)

İblis

Allah’a ilk isyan eden, baş şeytan olan iblis’tir. İblis cinlerin atası değil, cinlerden ilk isyan eden varlıktır. Çünkü yüce Allah onun hakkında, “İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı.” (Kehf, 18: 50). Nasıl insanların ilk Allah’a isyan edeni (şakî) Kabil ise, cinlerinki de İblis’tir. Cinlerin inkarcı olanına şeytan olmayanına da cinni denir. Benzer şekilde insanların da inkarcı olanına şeytan, olmayanına insan denilmektedir. (36).

Kabir sorusu ve azabı

İbn Hazm kabir fitnesinin ve azabının, bedene değil bedenden ayrılan ruha olacağını söylemektedir. Çünkü yüce Allah, “Allah onu, onların hilelerinin kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini, azâbın en kötüsü kuşattı.  (Öyle bir) ateş ki, onlar sabah-akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun" denilecektir.” (Mümin, 40: 45-46). Bu sunulma kabir azabıdır. Ayeten azabın ruha olduğu açıkça anlaşılmaktadır. (94)
İbn Hazm’ın dediği gibi ruh bedenden ayrıldıktan sonra da kıyamete kadar olan hali, kabir halidir. Bedenden ayrılan ruhun gördüğü azaba kabir azabı denmiştir. Çünkü ruh hayatı, insanın ölümüyle başlar. Fakat insan ölünce genellikle kabre konulduğu için, ruh hayatına kabir denmiştir. Aslında kabir hayatı, ruhun hayatıdır. Kabre konulsun konulmasın bedenden ayrılan ruhun hayatı, azap veya nimeti kabir hayatı, yani ölümden sonraki hayattır. (104-105)
Kabir azabının sebeplerine gelince, bunları kısaca özetlemek gerekirse İslam’ın yasakladığı şeyleri yapmak, kabir azabının sebebi, bunlardan kaçınmak yahut bunlardan samimiyetle tevbe etmek de kabir azabından kurtulmanın sebebidir. (119)

Bedenden ayrılan ruhların yeri

Ruhların nerede olduğu, akıl yürütme ile bilinemez. Bu husus, ancak vahiy ile Allah’ın göstermesi, muttali kılmasıyla bilinir. Kesin bilgi, peygamberlerden öğrenilir. Şimdi ayet ve hadislere dayanarak ruhların yerini belirlemeye çalışalım: (126)
Ebu Davud’un naklettiği bir hadiste “Kim cennettedir?” sorusuna Rasulullah (s), “Peygamber cennettedir, şehid cennettedir, küçük çocuk cennettedir, diri diri gömülen çocuklar cennettedir.” diye cevap vermiştir. (128).
“İbn Hazm’ın ruhlar yaratılmazdan önce bulundukları yere giderler.” tarzındaki görüşü, ruhların bedenlerden önce yaratılmış olduğu inancına dayanır. Bu görüşün, Kitap, Sünnet veya icmadan bir dayanağı yoktur. (137-138)
Ruhu, bedenin bir arazı kabul edenler, bedenin ölümünden sonra ruhun tamamen yok olacağını söylemişlerdir. Bakıllani ve taraftarlarına ait olan bu düşünceye göre ruh, hayat arazlarından (belirtilerinden) biridir. Hüzeyl Allâf da ruhu bir araz kabul etmektedir. Bunlara göre beden ölünce hayatın diğer arazları gibi ruh da yok olur. Bunlardan kimine göre ruh, iki zamanda var olmaz. Eş’arilerin çoğu bu görüştedir: İnsanın şu andaki ruhu, bundan önceki ruhu değildir. Ruh sürekli olarak değişir. İnsanda bir saat içinde belki binlerce kere ruh yelineri. İnsan ölünce de göğe çıkacak, cennete girecek bir ruhu kalmaz. Bedeniyle birlikte hayat arazı olan ruhu da yok olur, gider. (138) İbn Hazm ruhu araz kabul eden görüşü Kitab’a, Sünnete ve sahabenin icmaına aykırı bulur. Yüce Allah, ruha bedenden çıkmayı, Rabb’e dönmeyi, cennete girmeyi emretmiştir. (138-139)

Dirilerin ibadetinin ölmüşlere faydası olur mu?

Ruhların yararlandığı iyi işler ikiye ayrılır: Bir kısmı insanın hayatta iken yaptığı ve yapılmasına sebep olduğu iyi işler, diğeri de ölümünden sonra ardındakilerin onun için yaptığı iyi işler, dualar, sadakalardır. (142)
Bir kadın Hac adayıp da hac edemeden ölen annesinin yahut kızkardeşinin yerine kendisinin haccedip edemeyeceğini sormuş, Rasulullah (s), “Onun yerine haccet.” demiştir. (Müslim) (s. 146).
Bazı alimlere göre de ibadetlerin bir kısmı vekalet kabul eder bir kısmı ise etmez. Sözgelimi sadaka ve hac vekalet kabul eder ama namaz, oruç, Kur'an kıraeti gibi ibadetler vekalet kabul etmez. Vekalet kabul eden ibadetlerin sevabı ölünün ruhuna ulaşır. Fakat vekalet kabul etmeyen ibadetler, başkası tarafından yapılmakla sevabı ölünün ruhuna ulaşmaz. Abdullah b. ömer’e göre, kimse kimsenin yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz. İmam Malik, Süfyân es-Sevrî ve İmam Şâfii’ye göre de kimse kimsenin yerne oruç tutamaz. (147-148)
Başkalarının ibadet yapıp seavbanı birinin ruhuna bağışlamaları, o kimse için duadır, onu anmadır. Bu dua ve anma da ruha ferahlık verir. Bir insan başka birnin yerine oruç tutup namaz kılmakla diğerinden bu görev düşseydi, zenginler adam tutup yelrenie bu ibadetleri yaptırırlar, kendileri yan gelip yatarlardı. Bu da Allah’ın adaletine aykırı olurdu. İbadet ruhun gıdasıdır. Her ruhun bu manevi gıdayı kendisinin alması gerekir. ibadet ruhun temizleyicisidir. Her şahıs bu suda kendisi yıkanmalıdır.(149)
Rasulullah (s)’tan başkasının yerine oruç tutmanın, haccetmenin, sadaka vermenin mümkün olup olmadığı sorulmuş, o da bunların mümkün olduğunu söylemiştir. Fakat kendisinden, başkasının yerine namaz kılmak ve Kur'an okumak sorulmadığı için bu konuda bir açıklama yapmamıştır. Bunlar birbirine benzer şeylerdir. Sadaka, hac, oruç birinin yerine yapılabildiğine göre kıraat de yapılabilir.[1] (151)
Ancak sahabilerin birini ruhuna Kur'an okudukları bilinmememketdir. Fakat onlar ibadetlerini, hayırlarını ve niyetlerini gizlerlerdi. Okudukları Kur'an’ın sevabını hiç kimsenin ruhuna bağışlamadıklarını bilemeyiz. Hac sevabı bağışlandığına göre bir ibadet olan Kur'an okumanın sevabı da bağışlanabilir. Fakat acaba Rasulullah (s)’ın ruhuna Kur'an okunup başığlanır mı sorusu, fakihler arasında tartışma konusu olmuştur. Fakihlerden kimi bunu müstehap görmüş kimi de bidat saymıştır. Çünkü sahabiler böyle bir şey yapmamışlardır. Zaten ümmetinden her ferdin yaptığı güzel işlerden bir pay da ona gitmektedir. (kitabu’r-ruh) (151)

Ruhlar alemi

Bazı İslam bilginleri –ki ibn Hazm da bunlardandır- "Hani -kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu demeyisiniz diye- Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutup: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (diye buyurmuştu). Onlar da: Evet, şahid olduk, demişlerdi." (Araf, 7: 172) ayetinden insan ruhlarının bedenlerden önce var olduğu ve ruhlar aleminde bulunduğu, Allah’ın ruhlar aleminde bulunan insanları kendisinin onları Rabbi olduğunu şahit tuttuğu anlamını çıkarmışlardır. (161-162)
Gerçekte bu ayette, Allah’ın ruhlar aleminde insanları şahit tuttuğunu gösterecek bir ifade yoktur. Tam tersine insanoğullarının, zürriyetlerinin, insanların bellerinden alındığını belden alınan tohumlarla birçok insan yaratıldıktan sonra peygamberleri vasıtasıyla Allah’ın onlardan Rableri olduğuna, yalnız kendisine kulluk edeceklerine dair söz aldığını ve insanlarnı da yalnız Allah’ın, kendilerinin Rabbi olduğuna şahitlik ettiklerini gösterir. İnsanların nefsine, içine Allah’ı tanıma duygusunun verildiğini, içlerinden Allah’ın varlığını itiraf etmekte olduklarını ifade eder. (162)
Seleften bazıları bu ayetteki şahitliği cesetlerden önce bir yerde toplu olarak bulunan ruhların şahitliği diye tefsir etmişlerse de bu, onların kendi anlayışıdır, bir delile dayanmaz. Gerçekte ayet, bu anlayışın tam tersini ifade etmektedir. (163)
Kur'an ve hadis de insan ruhlarının bedenlerden sonra yaratıldığını gösterir. Çünkü yüce Allah, yeryüzünde insan yaratacağını söylediği zaman melekler buna şaşmışlardı. İnsanların ruhları daha önce yaratılmış olsaydı, melekler onları bilir ve şaşmazlardı. (165)
Ruhlar bedenlerden önce yaratılmış olup şimdiki gibi güzel, çirkin, mümin, kafir, hayırlı, şerli vasıflarını taşısalardı, bu vasıflar hiçbir iş yapmazdan önce insanda bulunmuş olurdu. Oysa bu sıfatları insan, ameliyle ve bedenini yardımı ile kazanmaktadır. Gerçi bedenler, Allah’ın kaderinde, ruhların yaratılmasından önce vardır vama bu varlık, sadece Allah’ın bilgisindedir, fiilen mevcut değildir. Allah’ın bilgisi, ruhların bedenlerden önce yaratıldğını göstermez. İnsan bedenleri de bütün şekilleriyle Allah’ın bilgisinde vardır ama bu, bedenlerin fiilen ezelde var olduğunu göstermez. (166)
Kitap ve Sünnet, ruhların daha önce yaratılıp birbiri ardınca bendelere konduğunu söylese, biz onları asla inkar edemeyiz. Ama Kitap ve Sünnette böyle bir ifade olmadan biz bir hüküm verirsek, Allah’ın emrine ait olan, bizim bilemeyeceğimiz bir şey hakkında hüküm vermiş oluruz. (166)

Ruh yaratılmış mıdır kadim midir?

Yaratıcıdan başka her şeyin yaratılmış olduğu dikkate alınırsa o zaman “ (Allah) Ruhundan üfledi. (وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ).” (Secde, 32: 9) ayetinde ruhun Allah’a izafe edilmesin nasıl izah edilecektir?
Beytullah, nakatullah gibi ruh da Allah’a aittir ancak ezeli değildir. (153-154) Adem’e üfleyen ruh melek olunca onun üflemesiyle oluşan insanın ruhu da elbette yaratılmış olur. (kitaburruh) (153). Zaten hadiste meleğin ruhu getirdiği değil üflediği ifade edilmektedir. (167) Çeşitli canlılar aleminde görünen ruh madde içinde, tohum halinde madde ile karışıktır. Maddenin her zerresinde vardır. Meni de canlıdır. Mikroplarda da can vardır. Yani canlılar aleminin en küçük hücreleri de ruh taşır. Esasen ruhun olmadığı bir varlık da yoktur. Ancak bazı mahluklarda ruh, bizimanladığmız manada can verecek oranda değildir. Fakat inorganik maddelerde de hareket vardır. Onların da atomları hareket halindedir. Hareketi yaratan ruhtur. (154)
Bedenden ayrılan ruh başka bedenlere girmez. Ruhun başka bedenlere girmesine tenasüh denir. Tenasüh, diğer hayvanlardaki ruhların bir gün insan bedenine girmesi, insan bedenide olgunluk kazanarak evrenin külli nuruna veya ruhuna karışmasıdır. İnsanlık mertebesine gelip de bu beden içinde olgunluk kazanamaz, kötü işler yaparsa, ceza çekmek için ölümden sonra tekrar başka hayvan bedenlerine girer. Bu, insan mertebesine kadar gelmişo lan ruhun geriye gitmesi demektir. Bu inanç, ayetlerin ruhuna aykırı olduğu gibi, evrene hakim olan tekamüle ve ilmi gerçeğe de aykırıdır. (155)
Kur'an’da ölen insanların tekrar dünyaya dönmeyecekleri kesinlikle belirtilmiştir: “Müşrikler görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler.” (Yasin, 36: 31) ayetinin açıklamasına göre insanlar ikinci kez dünaya gelmeyeceklerdir. Oysa tenasüh inancı, insanın pek çok defalar, çeşitli bedenlerde dünyaya gelmesi inancıdır, ki batıldır. (156-157)
Evrende her zerrede bir tekamül görülmektedir. Tek hücreliden çok hücreliye, bitkiden hayvana, hayvandan insana doğru bir tekamül vardır. Tenasüh ise tekamülün geriye dönmesi demektir. Bu olmaz. İnsanlık mertebesine yükselen bir ruh, şeklen hayvanlık mertebesine düşmez. (156)




[1] Ateş, 6.1.2009 tarihli yazısında bu konuda şöyle demektedir: Ölüye Fatiha okunması, Peygamberimizin uygulaması değildir. Allah’ın Resulü, Baki Mezarlığı’nı ziyaret eder ve şöyle selam verirdi: “Ey inananlar yurdunun sakinleri, Allah’ın dilemesiyle biz de size katılacağız. Allah’tan bana ve size afiyet dilerim.” Muhaddis Darekutni, ölülere Kur’ân okunacağı hakkındaki hadislerin sahih olmadığını, İbn Hibban da “Ölülerinize Yasin okuyunuz” hadisinin sağlam olduğu kabul edilse bile bunun ölmüşlere değil, ölmekte olan kimseye Yasin okunacağı anlamında olduğunu söylemişlerdir. Sünnet olmasa da Kur’ân okumakla ölünün ruhunun şad olacağı kanısındadır.
Peygamberimiz ölülerin ruhuna Kur’ân okumamış ancak onların af ve mağfireti için dua etmiştir. Kabri ziyaret eden kişi, ölmüşlere şöyle dua eder: “Allahım, şu çürümüş cesetlerin, ufalanmış kemiklerin Rabbi. Onlar dünyadan sana inanarak çıkmışlardı. Sen de onlara kendinden bir rahatlık ve bizden selam ulaştır. Allahım onları lailahe illallahın rahmet ve rahatına kavuştur, kalplerini Tanrı Elçisi Muhammed’in nuruyla aydınlat.”
Hz. Enes, Resulullah Efendimize sormuş: “Ya Rasulallah, biz ölülerimiz için sadaka veriyoruz, haccediyoruz, dua ediyoruz. Bu, onlara ulaşır mı?” Resulullah Efendimiz şöyle cevap vermiş: “Evet ulaşır. Onlar, onunla sevinirler. Nasıl biriniz kendisine hediye edilen bir tabak(yiyecek)a sevinirse.” (Tirmizi, Cenaiz: 60; Müslim. Cenaiz: 106) http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=216882&Categoryid=4&wid=31 11.9.2010.