Namazı gösteriş için kılan münafıklardan söz ettiği için Medine’de, ancak üslubu itibarıyla da Medine’de indiği söylenen Maun suresinin meali şöyledir: “Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi iter, kakar. Yoksulu doyurmaya önayak olmaz. Vay haline o namaz kılanların ki kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler. Gösteriş yaparlar onlar ve en ufak bir yardımı dahi esirgerler.” (Maun, 107: 1-7). Bu yazıda bu sureyi ele alacağız.
Dini yalanlayanı gördün mü? ayetindeki Dinden kastedilen, İslam olabildiği gibi Din Günü yani ahiret de olabilir. Din İslam şeklinde tefsir edildiğinde -kâfirlerin İslam karşıtı tutumlarına dikkat çekilerek- sosyal ve bireysel sorumluluklarından kaçmaları durumunda Müslümanlara “inanmayanlar gibi bir hayat sürmüş olacakları” ve dindarlıklarının sadece söylem düzeyinde kalacağı uyarısında bulunulmuş olur. Din Günü anlamı verildiğinde de -ahiret inancı İslam’ın temel inanç esaslarından biri olduğu için- dini yalanlayanların özellikleri sayılarak onları ahirette azaba götüren unsurlar net bir şekilde belirtilmiş olmaktadır. Görüldüğü gibi din ile ahiret birbirinden kopmaz bir şekilde irtibatlıdır.
Dini yalanlayan kişi hakkında İşte o, yetimi iter, kakar. denilerek onun yetime hakkını vermediği ve ona zulmettiği ifade edilmektedir. Ne de olsa yetimi koruyacak bir baba hayatta değildir. Bu surede dini yalanlayanların yetime, yoksula sahip çıkmamasına ve insanlara yardım etmemesine yapılan vurgudan hareketle dini yalanlayan kimselerin cimri olduğunu söyleyebiliriz. Halbuki cimrilik ettikleri malı onlara Allah vermiştir ve aslında o malın bir kısmı –Allah’ın belirlemesiyle- yoksulların hakkıdır. Cimri, ne dünyada ne ahirette huzur bulur. O, ihtiyaç sahiplerine yardım ederse malının azalacağını düşünmektedir. “(Allah) Dilediğine hikmet verir. Hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir.” (Bakara, 2: 261) ayetinin bağlamından da anlaşılabileceği gibi hikmet verilen kimse felsefi düşünebilen kimse değil, infakın önemini kavramış cömert kişidir. Zenginlerin yetime ve yoksula sahip çıkmaları güzeldir ancak ihtiyaç sahibi olup da zor durumda kalanlara infak edenlerin yaptığı daha güzeldir.
Yoksullara yardımcı olmaya davet edilen inkârcılardan söz edilen başka bir ayette onların yoksulluğu kader gibi takdim ettiklerini görmekteyiz: “Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız?” (Yasin, 36: 47). Onların bu yaklaşımı, “Afrikalıları Allah niye doyurmuyor?” deyip kuzeylilerin Allah’ın verdiği nimetleri gereğince Afrikalılarla paylaşmadıklarını görmezden gelenlerin ya da yoksul kimse yardım istediğinde “Allah versin kardeşim!” diyenlerin tutumuna benzemektedir.
Maun suresinin ilk üç ayetinde tekil, sonrakilerde çoğul şahıs zamiri kullanılmasının sebebi ne olabilir? İlk üç ayette belli bir kişi değil, Yaratıcıya itaat açısından yanlış yolda olan bir insan grubu kastedilmektedir. Bu durumda bu ayetler ile çoğul zamirin kullanıldığı sonraki dört ayet arasındaki uyumu anlama açısından herhangi bir sorun kalmamaktadır.
Vay haline o namaz kılanların ki kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler. Gösteriş yaparlar onlar ayetlerinde kastedilen kimseler münafık iseler bu durumda söz konusu namaz şeklen müminlerin kıldığı namaz gibi olmuş olur. Bu ikiyüzlülük Müslümanların toplumda etkin oldukları, sözlerinin geçtiği durumlarda söz konusu olabilir. Çünkü münafıklar bulundukları ülkelerin bir nevi muhafazakârlarıdır. Onlar iktidarda kim olursa olsun kârlarını muhafaza etmenin peşindedirler. Bunu sağlamak için ortama göre din karşıtı başka bir ortama göre de dindar görünürler. İslam hukuku açısından bu tür kimseler, suçları tespit edilemediği sürece Müslüman muamelesi görürler.
Yukarıdaki üç ayette söz edilen kimselerin münafıklar olduğundan daha kuvvetli bulduğumuz görüş onların kâfir olduklarıdır çünkü Mekke’de kâfirlerin de namaz kıldıklarından söz edilmektedir: “Kâbe huzurunda onların namazı (salat) ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey değildir.” (Enfal, 8: 35). Eğer Maun suresinin bu üç ayetindeki kimselerin kâfir oldukları düşünülürse bu durumda onların Kâbe’de putlara ihtiram gösterisinde bulunarak halkı peşlerinden sürüklemeye çalıştıkları söylenebilir. Sonuçta Mekkeli liderler toplum içinde itibarlı ve zengin kimselerdir. Onlar putlara tapıyorlarsa toplum içindeki konumlarını bu sayede elde etmişlerdir! Toplumda belli bir konuma gelmek isteyenler onların izinden gitmelidirler!
Yukarıdakilere ek olarak Gösteriş yaparlar onlar ifadesinden anlaşılan bir nokta da, namazın ihlaslı bir şekilde kılınmadığı zaman o namazın o kişiye ahiret açısından bir fayda sağlamayacağıdır. Ayrıca ayette o kimselerin sadece kamuya açık yerlerde namaz kıldıkları yalnız kaldıklarında ise namazı terk ettiklerine bir ima vardır.
Her ne kadar maun için zekât, ev araç-gereçleri vs. denilse de ayette insanlara yapılan herhangi bir yardım türüne dair sınırlama söz konusu değildir. Onların imtina ettikleri şey, mallarında bulunan ihtiyaç sahibi kimselerin haklarını vermemeleri (Taberi, 2000, XXIV: 642) ve iyilik etmekle sorumlu tutuldukları komşuluk ilişkilerine de (Nisa, 4: 36) dikkat etmemeleridir.

***
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.


28 Ağustos 2014 (Memleket Gazetesi)