Bu eser, Marmara İlahiyat Yayınları arasından çıkmış. Yazar Hasan Elik, kitabında kitap, levh-i mahfuz, kitab-ı meknun, suhuf-u mükerreme ve Kuran kelimeleri üzerinde durarak levh-i mahfuz, kitab-ı meknun ve suhufu mükerremenin Kur'an-ı Kerim'in özellikleri olduğunu ileri sürüyor. Bu kavramların Tevrat'ı kastettiğini düşünen Süleyman Ateş'e katılmıyor. Yazar, Kur'an-ı Kerim'in Levh-i Mahfuz'dan indirilmesinin bizim için bir şey ifade etmediğini, böyle bir bilginin bize verilmesinin pek anlamlı olmadığını ileri sürüyor.
Bunu kanıtlamak için de suhuf-u mükerremenin asıl, diğerlerinin onun anlamını tamamlayıcı kelimeler olduğunu ifade ediyor. Yani düşünüldüğünün aksine mahfuz, meknun kelimelerinin korunmuş değil- halbuki ilk akla gelen bu anlamdır- saygı değer ve kıymetli anlamlarına geldiğini söylüyor. Bu gaybi konuyu, mecaza hamletmekle yazar problemi çözdüğünü düşünüyor. Mecazi dilin ölçüsü olmadığı yani kimin "bence"sinin kabul edileceği net olmadığı için bu ifadeleri ayrı bir varlık olarak değil de Kur'an-ı Kerim'in özellikleri olarak görmek sorun olmuyor.
Ancak bu yaklaşım indi olmaktan kurtulamaz. Örneğin, gayb haberlerini çalmaya çalışan, cinlerin göğün belli yerlerine oturmalarını yazar yine semboliktir diye redde yöneliyor. Bununla Kur'an-ı Kerim'de hiçbir sembolik ifade olmadığını söylemek istemiyorum ancak bir ifadenin sembolik olduğunu iddia etmek için elde bir karine olmalıdır. yoksa "ondan kasıt budur" ifadeleri yalnız kalmaya mahkumdur.
Lafız manaya tabidir diyen yazar, aksi takdirde Kur'an-ı Kerim'in lafzıyla hareket ederek sanki cinler ile Allah savaşıyormuş gibi -cin suresinin ilk ayetleri- bir anlama gidileceğini iddia ediyor. Halbuki orada cinleri şihab kovalıyor. Bu yanlış bakış açısı ile "Kur'an-ı Kerim'i okumayalım yoksa sapıtırız.  Çünkü Adem rabbine isyan etti diyen ayette lafzi olarak peygamberi isyan etmekle suçluyor" şeklindeki bakış açısıyla örtüşmektedir. Bu yaklaşımla Kur'an-ı Kerim'i tenzih ediyorum diye onun muhtevasından uzaklaşıp uzaklaşılmadığını tespit etmek mümkün değildir.
Kitapta "Kur'an-ı Kerim'i yeryüzü ile gökyüzü birlikte oluşturdu" gibi garip bir ifade yer alıyor. Her ne kadar yazar bundan Kur'an-ı Kerim'in toplumsal olaylarla alakalı olduğunu kastediyorsa da hiç de hoş bir ifade değil. Ayrıca gök ile yer ne ölçüde işbirliği yapıyor? Mesela o dönemde yerde içki sorunu olmasaydı gök ne yapacaktı? Zina sorunu olmasaydı günümüzde gök tarafından bu konuda bir yasak getirlmemiş mi olacaktı?
Garanik hadisesini ele alan yazar bu konuyu ayrıntılı bir şekilde değerlendiriyor. Bu olayın varlığını değişik yorumlarla da olsa kabul edenlerin delillerini sıralayıp onların vahyi ve tarihi gerçeklerle uyuşmadığını ifade ediyor.
Elik, Kur'an-ı Kerim'in olağanüstü bir şekilde korunmadığını, diğer toplumların aksine İslam toplumunun vahyi koruma görevini yerine getirdiğini söylüyor. "Zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz" ayetinin vahyin ilk dönemlerinde indiğini dolayısıyla en fazla o döneme kadar inen ayetlerin Allah tarafından korunmuş olabileceğini ileri sürüyor. Yani yazar açıkça söylemese de Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından ümmet aracılığıyla korunduğunu ifade ediyor. Yazarın bu yaklaşımı "Allah diler ki kafirlere sizin elinizle azab etsin" ve "(okları) sen atmıyordun Allah atıyordu" şeklindeki ayetlerde olduğu gibi bu işte de müminleri hizmetle mükellef kıldığını söylemek istiyor.



Yazı Künyesi! Kayacan, Murat, “Kur'an'ın Korunmuşluğu Üzerine Bir Değini” Haksöz Derg., S. 96, İst., 1999.