İranlı şehid yazar Mutahhari, Peygamberlik ile ilgili konuşmalarını Fecr Yayınları kitaplaştırmış. Mutahhari, eserinde ulemanın (imamların) konumunu da ele alıyor.
Yazar, peygamberlik mührü, adı, ailesinin ve babasının özellikleri ile ilgili bilgilerin O'nun tanıtımının hedefleyen meşhur alametler olarak tanımlıyor (s. 19) ve İslam'a tabi olan Ehl-i Kitap ile ilgili ayeti zikrediyor.(7/157) Ancak onların peygamber bekliyor oluşları onların Resulullah (sav)'de peygamberlik alameti görmelerinden kaynaklanmıyor. Zira Peygamberimiz de kendisine Kitap verileceğini ummuyor. Peygamberlik öncesi ne onun ne de etrafındakilerin ona güvenirliğin ötesinde bir şey atfetmemeleri(el-emin) de bunu doğruluyor.
Eserde daha önceki toplumların Kitaplarını tahrif etmeleri onların aklen ve ilmen yeterli düzeyde varlıklar olmamalarına bağlanıyor. Son peygamber döneminde ise bu olgunluğa varıldığına işaret ediyor. Ancak bu doğru olsa Allah onları niçin tahrif  faaliyetleri nedeniyle eleştirsin? Onlar niçin sahip olmadıkları bir kabiliyet nedeniyle sorumlu tutulsunlar? O dönemlerde peygamberler de beşer olduklarına göre niçin onların diğer insanlardan zihni olarak farklı olduklarını kabul edelim? Onları niçin yeterli görelim? İnsanlar yetersiz iseler, dünya ve ahiret azabı ile tehdit edilmeleri ne anlam ifade eder? Biliyoruz ki eski toplumlar Kitaplarını, aptal olduklarından değil zalim olduklarından koruyamadılar. Allah'ın, "Dinden Nuh'a tavsiye ettiğini size şeriat yaptı."(42/13) derken bizleri daha ilkel toplumların şeriatını tavsiye ettiği düşünülemez. Bu, o zaman olgunlaşmış(?) bir topluma ilkel insanların kurallarını sunmak anlamına gelir ki böyle bir şey mümkün değildir. Allah'ın önceki toplumları bize ibret olarak sunması da onları ilkel varlıklar olarak kabul ettiğimizde pek mantıklı olmayacaktır.
Yazar, ilmin zıddının cahiliye olduğunu ifade ediyor.(s29) Cahillik ilmin tam zıddı değil hilmin (yumuşaklık) zıddıdır demek daha doğru olur. Yoksa Ebu Cehil gayet bilgili, itibarlı birisiydi. Kuran-ı Kerim'de insanların "cahiliye hükmünü mü arıyorlar?" diye eleştirilmeleri cehaletin de bir bilinçli tavır olduğunu göstermez mi?
Eserde keşf, ilham ve şuhud gibi tasavvufi tabirler, Allah'ın insanlara kavrayış kabiliyeti vermesi şeklinde yorumlanıyor.(s. 31) Tasavvuftaki nefsi öldüme anlayışı da eleştiriliyor.(s. 146)
Ayrıca nebi resul konusunu da ele alan yazar, resul kelimesinin ölüm melekleri için de kullanıldığını söylüyor.(6/61) her iki kelimenin de şeriat getiren peygamberler için zikredildiğini ifade ediyor.
"Ümmetimin alimleri İsrailoğulları'nın peygamberleri gibidir" uydurma hadisine gönderme yapan yazar, (s. 39) Şia'daki imamların peygamberlerden de üstün olabileceğini söylüyor. Bu hadis sahih bile olsa en fazla imamlar ile o peygamberlerin eşit olacağına işaret eder. İmamların üstünlüğünü çıkarmak mümkün değildir. Ayrıca bu uydurma hadiste ümmetin imamları değil alimleri denilmektedir. Genel bir ifadenin imamlara atfedilmesi mezhebi kaygının boyutlarını göstermektedir. Kuran-ı Kerim, peygamberler arasında bile üstünlük yarışına girmemizi yasaklarken, onların peygamber olmayanlar ile kıyaslanması kesinlikle vahye muhalif bir tavırdır.
İmamlar içinde Hz. Ali'ye özel bir yer atfeden yazar, Hz. Ali'nin ilk Müslüman olduğundan bahsediyor.(s. 11) Ancak o, çocukken İslam'ı ilk kabul eden kişidir. Bir ihtimal çeviri hatası da olabilir. Onun bir çok peygamberden üstün olduğunu, önceki peygamberlerin çoğunun ulaşamadığı gaybi bilgilere mazhar olduğunu ileri sürüyor.(s. 57) Halbuki Rabbi'miz gaybi bilgileri sadece dilediği resullere verdiğini ifade ediyor.
Hatemiyyet(peygamberliğin bitişi) konusunu işlerken, sünnetullah kelimesini toplumların başlarına gelenler olarak tanımlayan yazar, Allah'ın toplumları, o toplumlar değişmek istedikleri için değiştirdiğini (13/11) söylüyor. İnsanların değişimdeki aktifliğini İsrailoğulları'na "sözünüzden dönerseniz biz de döneriz."(17/4-8) ayeti ile destekliyor. Bunu da var olan anlamının aksine tarihi cebr olarak isimlendiriyor. Ancak bu ifade ile bu yasaların değişmezliğini vurgulamak istiyor. (s. 80)
Mezhep değerlendirmesinin de yapıldığı eserde, (s. 106)Ebu Hanife rey ve kıyas yaptığı için eleştiriliyor ve ona muhalefet eden İmam Malik ve benzerlerinin olmaması halinde elimizde din namına bir şey kalmayacağını ileri sürüyor. Yazar, keşke Caferi mezhebindeki "içtihad" ile Ebu Hanife'nin kıyası arasındaki farkı ortaya koysaydı, daha sağlıklı olurdu.
Yazar, usul olarak bir hadisin Hem Şia'daki hadis kitabı Kafi'de hem de Ehl-i Sünnet hadis kitaplarında geçmesinin hadisi daha da sağlamlaştıracağını ifade ederek,  ümmetçi bir tavır sergiliyor. (s. 124)
Kuran-ı Kerim'de bazı ayetlerin daha sonraki dönemlerde daha iyi anlaşılabileceğini iddia eden yazar, bunun Kuran'a has bir özellik olduğunu söylüyor. (s.129)Ancak Peygamberimiz döneminde anlaşılmayan ayetler yoktur. Bazı ayetleri elde edilen insani bilgiler ile hikmetlerini anlamak mümkünse de Resulullah (sav) döneminde yaşmamamız nedeniyle bazı ayetleri daha az kavramamız da mümkündür. Yoksa Kuran-ı Kerim, ümmi bir peygambere, açıklaması için ve ilk aşamada vahyi bilgiden epeyce uzaklaşmış bir topluma bildirsin diye verilmiştir.

Mutahhari, Hatemiyyet, 2 bs., Çev: Şamil Öcal, Fecr Yay., Ank., 1997.