Kur’an-ı Kerim’i farklı anlayanların olması gayet normaldir. Yeter ki farklı anlamalar Kur’an tarafından yasaklanmış türden yani insanı cehennem azabına sürükleyecek türden olmasın.[1] Kur’anı farklı anlama; çevre, kalıtım, kişilik, algı ve takva düzeyi gibi konularla yakından ilgilidir. Onu doğru anlayabilmek için onun nasıl bir Kitap olduğunu bilmemiz gerekir. Bunu da onu okuyarak elde edebiliriz. Onu iyi tanıyabilirsek, farklı anlamaları nasıl azaltabileceğimizin bir yolunu da bulabiliriz. Bu bağlamda bu yazımızda Kur'an’ın kendisini nasıl tanıttığını ve konuları ele alırken nasıl bir üslubu benimsediğini ve beşeri metinler ile Kur'an arasındaki farklı yönlerin neler olduğunu Mevdudi’nin yaklaşımlarını merkeze alarak değerlendireceğiz.

 

A. Kur’an-ı Kerim'in Özellikleri

Kur’an'ın akla ve duygulara birlikte hitap ettiğini hatırda tutmalıyız. O, kısa, özlü, tam, doğrudan ve fıtratımızı hatırlatıcıdır, dinleyicisini tercihlerle karşılaştırır ve onlara dikkatli olmayı ve eyleme geçmeyi ilham eder. Onun dili, insanı derinlemesine etkileyen muhtevası kadar etkili, argümanı her zaman okuyucularının anlayabileceği, günlük deneyimleriyle iç içe ve insanın içinde yankı bulabilecek özelliği sahiptir. Her şeyin ötesinde soyut değil, mantıkidir. Gönderiliş amacı onun anlaşılmasıdır (Yusuf, 12: 2). Vahyi anlamadan okuyan insanlar Kur’an'da kitap yüklü eşeklere benzetilmişlerdir (Cuma, 62: 5) Kur’an, düşünmek için kolaylaştırılmıştır ve öğüt alan insanları beklemektedir (Kamer, 54: 17, 22, 32, 40). Onun üzerinde düşünmemek ancak kalplerinde kilit olanların yapacağı bir şeydir (Muhammed, 47: 24). O, müminlere dosdoğru yolu gösterir ve iyi işler yapanlara da müjdeli haberler verir (İsra, 17: 9). Kur’an-ı Kerimi anlamadan okursak Ehl-i Kitab'ın durumuna düşer, birtakım kuruntuları din zannederiz. Onların akıbetine uğramamak için Rabbimizin Kitabını iyi tanımalı ve onun şahitleri olmalıyız (Şimşek, 51).

 

B. Kur'an’ın Anlatım Stili

Okuyucu, Kur’an'ı incelemeye başlamadan önce, onun okunan diğer kitaplardan farklı ve eşsiz bir kitap olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Sıradan kitapların aksine Kur’an, belli bir sıraya göre tertip edilmiş belirli konular hakkında bilgi ve fikir tartışmaları yapmaz. Bu nedenle Kur’an'a yabancı olan kişi, onunla ilk karşılaştığında, bölümler ve kısımlara ayrılmamış veya emirlerin düzenli bir şekilde verilmemiş olduğunu görünce hayrete düşer. Kur’an'ın iman ile ilgilendiğini, ahlaki direktifler verdiğini, kanunlar koyduğunu, insanları İslam'a çağırdığını, inanmayanları uyardığını, tarihi olaylardan ibret dersleri verdiğini, uyarılarda bulunduğunu, müjde verdiğini ve bunların hepsinin bir ahenk içinde sunduğunu görür.

Aynı konular Kur’an'da farklı şekillerde tekrar edilir ve görünürde hiç ilgisi olmayan bir konu diğerini takip eder. Bazen hiç görünür bir sebep yokken, bir konunun ortasında başka bir konu anlatılır.[2] Tarihsel olaylardan söz edilir fakat anlatım tarih kitaplarındaki gibi değildir. Felsefenin de ilgi alanına giren sorular ve metafizik sorunlar bu konulardaki ders kitaplarından çok farklı bir şekilde ele alınır. İnsandan ve evrenden, tabiat bilimlerindekinden farklı bir dille söz edilir. Aynı şekilde Kur'an; kültürel, politik, sosyal ve ekonomik problemleri çözmede kendi metodunu izler. Kanunları ve prensipleri sosyologlardan, hukukçulardan ve hakimlerden farklı bir şekilde ele alır. Ahlak, bu konuda yazılan bütün eserlerden farklı bir yolla öğretilir (Mevdudi, I: 13).

Kur'an’ın düşmanları ona çok garip iddialarla karşı çıkmakta, Kur’an'ın bazı çağdaş izleyicileri ise bu şüphe ve karşı iddiaları çürütmek için garip yöntemler kullanmaktadırlar. Ya kaçış psikolojisi içine düşmekte veya zihinlerini yatıştırmak için garip yorumlara yeltenmektedirler. Bazen de görünürde aralarında ilişki olmayan ayetleri açıklayabilmek için suni anlam bağları kurmakta ve son kaçış olarak Kur’an'ın hiçbir düzen ve anlam sırası olmaksızın çok çeşitli konulara değindiği tezini kabul etmektedirler (Mevdudi, I: 14). Tüm bunlar, okuyucunun Kur’an'ı eşsiz bir kitap olarak kabul etmediğinde ortaya çıkar. Diğer kitapların aksine Kur’an başlangıçta ele aldığı konuları ve ulaşmak istediği amaçları liste halinde sunmaz. Açıklama üslup ve usulü de genelde okunan kitaplara benzemez ve herhangi bir kitap düzenini takip etmez. Bu nedenle, okuyucu sıradan bir kitap beklentisiyle Kur’an'a yöneldiğinde, onun olayları sunuş üslubu karşısında şaşkınlığa düşmektedir.

Kur’an'ın birçok yerinde arka plan tasvir edilmez ve pasajın özel nüzul sebebi olan durum ve olaylara değinilmez. Bunların bir sonucu olarak, sıradan okuyucu orada veya burada birkaç cevher keşfetse de, Kur’an'ın değerli hazinelerinden tam olarak yararlanamamaktadır. Bu kimseler sadece, Kur’an'ın eşsiz ve ayırıcı özeliklerini bilmedikleri için şüphelerinin kurbanı olurlar. Kur’an'ın, tüm sayfalarına yayılmış birbirine benzer konulardan oluştuğunu düşünürler (Mevdudi, I: 14).

Mevdudi, okuyucunun, Kur’an'ın üslubunun, yazılı metin üslubu olmayıp, bir hitabet biçimi olduğunu dikkate alınması gerektiğini söyler. Yazı dili ile konuşma dili arasında çok önemli bir fark vardır. Sözgelimi bir meseleyi yazarak izah edeceksek, önce sorunu ortaya koyar, sonra izah etmeye geçeriz. Oysa hitabette, zaten söz konusu meseleyi ortaya atanlar hazır bulunduğundan, muhaliflerin her dediğini beyan etmeye her zaman gerek duyulmaz. Ancak konuşmacı, sözün gelişi içinde bir cümleyle onların dediklerine değinir. Yazarken başka bir hususa değinilmek istenildiğinde, sözün akışının bozulmaması için, bu husus ara bir cümleyle ele alınır. Fakat konuşmacı ses tonunu kullanarak birçok ara cümle kullanabilir ve buna rağmen sözün akışında bir kopukluk meydana gelmez. Yine bir konu yazılarak ifade edilecekse, konunu geçtiği ortamı hiç değilse bir iki cümleyle ayrıca aktarmaya gerek duyulur. Oysa konuşma esnasında, ortam ile konuşma doğal olarak bağıntılıdır ve konuşmacı çevreye işaret etmeye gerek duymaksızın konuşsa dahi, konuşmada bir kopukluk ortaya çıkmaz. Konuşmacı, mütekellim (söyleyen) ve muhatap (dinleyen) siygalarını (kalıplarını) birinci ve ikinci tekil kipleri sürekli değiştirerek kullanabilir. Konuşma yeteneğine göre, konuşmacı yer ve zaman unsurlarını dikkate alarak, karşısında hazır duran topluluğa, üçünü tekil (orada hazır bulunmayan) siygasıyla, bazen muhatap kalıbıyla, bazen tekil, bazen çoğul olarak, bazen kendi adına, bazen ilahi bir kuvvet adına, bazen ilahi kuvvetin kendisinden naklen konuşabilir. Ve tüm bunlar bir konuşmanın en güzel yönleri olarak takdir toplar. Fakat aynı üslup yazı yazılırken kullanılırsa bir irtibatsızlık, bir kopukluk meydana gelir. Bu nedenle bir konuşma yazıya döküldüğünde okuyucunun o yazıda bir kopukluk hissetmesi doğaldır. Okuyucunun konuşmanın yapıldığı yer ve zamandan uzak olduğu ölçüde, bu kopukluğu daha çok hissedeceği ortadadır. Bu yüzden Arapça bildiği halde birçok kimse, sırf Kur’an'ın üslubunu kavramadığı için, Kur’an'ın üslubundaki irtibatsızlık ve kopukluktan şikâyet etmektedir.

Kur’an, İslam davetinin başlangıcı ile aynı anda nazil olmaya başladı ve bu yirmi üç yıl sürdü. Kur’an'ın çeşitli bölümleri, İslam davetinin çeşitli merhalelerindeki çeşitli ihtiyaçlara göre nazil oldu. Bu nedenle böyle bir kitapta, diğer sıradan kitaplar ve din kitaplarındaki gibi bir üslup bütünlüğü ve ayniliği aranmamalıdır. Kur’an'ın çeşitli bölümlerinin indirildiği dönemde küçük risaleler halinde yayınlanmak üzere değil, (büyük oranda) ihtiyaca göre apaçık hitabeler şeklinde sunulmak üzere gönderilmiş olduğu ve bu amaca uygun bir şekilde yayıldığı da unutulmamalıdır. Bu nedenle, Kur’an'ın, kaleme alınmış bir eserin üslubuna sahip olmaması normaldir. Ayrıca, bu hitaplar bir profesörün verdiği derslerin mahiyetinden de farklı olduğu için doğal olarak üslubu da farklıdır.

Hz. Peygambere (s) çok özel bir görev verilmişti. O hem akla hem de duygulara hitap etmek zorundaydı. O, görevi sırasında farklı farklı kafa yapısına sahip birçok insanla ilgilenmek, birçok farklı ortama uymak ve çok çeşitli deneyimler yaşamak zorundaydı. Böyle bir kimse, bir mesajı yaymak ve harekete öncülük etmek için gereken her şeyi yapmalıdır. O, kurulu bir düşünce düzenini değiştirmek için, insanlara, mesajının farklı yönlerini sunmak ve düşmanlarının güçlerine karşı koymak için duyguları da uyandırmak durumundadır. O aynı zamanda, kendisine uyanları eğitmeli, onları teşvik edip cesaretlendirmeli, karşı çıkanların iddialarına cevap vermeli, ahlaki zaaflarını onlara göstermelidir. Bu yüzden Kur’an'ın bölümlerinde, bilinen kitaplardaki veya okul derslerindeki üslubu aramak yanlış olur (Mevdudi, I, 20).

Bir de Kur’an-ı Kerim'in ayetlerinin birbirinden kopuk olduğu iddiası istisnai durumlar hariç yaygın olarak dile getirilen bir mesele değildir.  Bu durum aynı zamanda bazı hususların tekrar tekrar ele alınışını da açıklar. Bir hareket veya bir davet, belirli bir safhada sadece gerekli olan şeyleri sunar ve bazen gelecek safhalarla ilgili hiçbir şey söylemez. İçinde bulunulan safha, aylarca veya yıllarca sürerse hareket bu safhada kaldıkça aynı şeyleri tekrar tekrar vurgulamayı sürdürür. Elbette bunlar tekdüze olmamaları için farklı kelimelerle ve çarpıcı olmaları için güzel ve zarif bir dille süslenmişlerdir. Allah'ın birliği, Onun sıfatları, ahiret ve hesaba çekilme, ceza ve mükafat, peygamberlik, kitaplara iman vs.. bütün sureler ibadeti, sabrı, sebatı, Allah'a inanıp güvenmeyi öğretirler. Çünkü bu hususlar hareketin hiçbir safhasında gözden uzak tutulamaz. Bu temellerden biri herhangi bir safhada, hatta en son safhada zayıflasaydı, İslami hareket gerçek anlamıyla bir ilerleme kaydedemezdi. (Mevdudi, I, 20)

Kur'an’ı anlamanın hedefi hakkın şahitliğini yapmaktır. Onun beşer üretimi eserlerden farklı oluşunu dikkate almayan bir okuma, onu doğru anlamada birtakım problemlere yol açabilecektir. O ne bilge kişilere hitap eden bir felsefi metin ne de sıradan insanların seviyesiyle kendini sınırlayan bir muhtevaya sahiptir. Arınmak isteyenler onu okur, her okuyuşta da kendisinin hidayetinin arttığını hisseder.

Kaynakça

Şimşek, Sait, Günümüz Tefsir Problemleri, 2. bs, İstanbul, 1997.

 Kayacan, Murat, "Ayetleri Anlamada Siyak ve Sibakın Önemi", Haksöz Derg., S. 80, İst., 1997.

________,  “Melekler Sihir Öğretir mi?” Haksöz Dergisi, S. 158-159,   İst., 2004.

Mevdudî, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay., İst., 1986.

Rumî, Süleyman, Usulü’t-Tefsir ve Menahicuhu, Riyad, (h.) 1413.

 

Yazı Künyesi! Kayacan, Murat, “Kur'an-ı Kerim’in Anlatım Tarzı”, Umran Derg., S. 186, İst., 2010, s. 50-53.


[1] Yasaklanmayan farklı anlamalara tenevvü ihtilafı denilmektedir. Bu türden ihtilaf, farklı kişilerden her birinin bir ibarenin bir boyutunu anlamasıdır. Bu durumda elde edilen anlam, kastedilenin tümünü içermemektedir. İbn Teymiye, bu tür ihtilafa Fatiha Suresinde geçen dosdoğru yol (الصراط المستقيم ) ifadesine verilen anlamları örnek vermektedir. Bu ibareye kimi İslâm, kimi Kur'an, bazıları kulluk bazıları da Allah ve rasulüne itaat demiştir. Bu görüşlerin tümünün esası birdir (Rumî, 42).

[2] Sözgelimi, Harut ve Marut kıssası böyledir. Hz. Süleyman’a “büyücü” iftirası atanlardan ve onların inançsız olduklarından bahsedilen ayette (Bakara, 2: 102) ara cümle olarak “sihir öğrettikleri” iddia edilen Harut ve Marut adındaki melekler de bu günahtan tenzih edilir (Kayacan, 2004).