Hak ve özgürlükler konusunda kısmi ilerleme sağlamaya aday Anayasa paketinin 5 Temmuz’da şekil yönünden incelenmesinin öncesinde; Hakkari'de 8 askerin hayatını kaybetmesine, 14 askerin de yaralanmasına yol açan PKK’nın silahlı kanadı Hêzên Parastina Gel (HGB)’in saldırısının ardından MHP lideri Devlet Bahçeli, "Olağanüstü hal ilan edilsin!” derken CHP Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Süha Okay da, "Artık iktidar ülkeyi yönetemez hale gelmiştir." ifadelerini sarf etti. Birkaç gün sonra da İstanbul Halkalı'da (22 Haziran 2010’da) Teyrêbazên Azadiya Kürdistan (TAK) adlı örgüt askeri personel taşıyan servis aracına saldırı düzenledi. Bu olayda da dördü asker beş kişi yaşamını yitirdi.
            Anlaşılan hükümet çok yönlü bir kuşatma altında. Bir yandan İsrail’in (dolayısıyla Amerika’nın) bu entrikalardan sorumlu olma ihtimali gündeme gelirken bir yandan da ülke içinde “çete düzenini” ve askerin ülke yönetiminde ağırlığını artırmasını arzulayanların AK Parti’yi bitirme adına ihaleyi PKK’ya vermiş olma ihtimali gündemde. Öyle görünüyor ki, “açılımı” engelleme konusunda Ergenekon’un iktidarına ihtiyacı olan PKK ve PKK’nın şiddetine muhtaç Ergenekon ile CHP, MHP ittifak etmişler.
Vuralım, kıralımortalık karışırsa bize de buradan ekmek çıkar.” yaklaşımının iğrençliği bir yana, AK Parti hükümetinin açılım adı altında gündeme getirdiği “değişik kesimlerin uğradıkları hak ihlalleri ve haklarının iadesi” konusunda elini çabuk tutması gerekiyor. Ne yazık ki, açılım politikaları getirdiği ses kadar pratiğe dönüşemedi. Bu yönüyle samimiyetten uzak olduğu yorumları yapıldı.
Hamza Türkmen’in Ulusçuluk Çıkmazı Kürtler ve Çözüm Arayışı adlı eserinde verilen bilgilere göre, PKK öncülüğünde yükselen Kürt ulusçuluk hareketinin sempatizanlarının oy verdiği partisi DTP’nin 2009 yerel seçimlerinde Kürtlerin yoğun nüfusa sahip olduğu illerin beşinde oyların %50’sinden fazlasını, yedisinde de %30-50’sini aldı.  Bölgede DTP (kapatılmasının ardından BDP)’den sonra AK Parti en güçlü siyasi kuruluş. Dolayısıyla bu “kan davasına” dönen meseleyi çözme konusunda belki de bu AK Parti hükümet tek şans. Hükümet fiilen sorunu çözmeye yönelirse durum o kadar da vahim değil aslında.
PKK lideri Abdullah Öcalan da Kürt sorununun reel politiğe ayak uydurarak çözülmesini istemektedir: “Doğudaki nüfusun en azından bir misli kadar batıda bulunması, otonomi tezinin maddi temelinin elverişsizliğini gösteriyor. İstanbul, İzmir ve Adana gibi illerde milyonlarca Kürde federasyon uygulanamaz. Dünyadaki bu tür nüfus dağılımlı birçok örnek, bölgesel çözümler yerine demokratik dil ve kültür kavram(lar)ıyla daha iyi çözüme gidildiğini göstermektedir.” Ali Bulaç’ın aktardığı bir istatistiğe göre de bir arada yaşamayı daha makul bulan Kürtlerin oranı %90.
            Kürt sorunu konusunda en bariz körelmenin iki nedeninden birisi Batılı paradigma içinde hayat telakkilerini oluşturmalarına rağmen küreselleşme süreci içinde totemciliği andıran ırk temelli ulusçuluktan vazgeçmeyen askerlerin ve siyasilerin at gözlüklerini çıkartmamaları, ikinci neden ise çıkar ve statüleri Türk-Kürt çatışma atmosferine, bağlı düşmanı yaşadığı sürece kendisinin de güçlü kalacağına inanan ve ajitatif komplolar kurmaktan geri durmayan totaliter eğilim sahipleridir.
AK Parti “açılımı” hızlandırıp gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlayabilirse “silah sesine tapan” savaş lobisinin de nüfuz alanı oldukça daralacak, kazanan Türkiye halkı olacaktır.
Bu hengamede, önümüzdeki iki seçeneği Altan Tan’ın Kürt Sorunu adlı eserinden alıntıladığımız ve yazımızın başlığına yerleştirdiğimiz Kürtçe ifadenin Türkçesi ile belirtmiş olalım: “Ya kardeşlik, ya kölelik.”

24 Haziran 2010 (Memleket Gazetesi)