Müslümanların zihinlerindeki problemlerden birisi de peygamber olmayanlara Allah’tan vahiy türü bir bilginin ulaşıp ulaşmayacağıdır. Bu bağlamda biz vahyin sözlük anlamı üzerinde durduktan sonra, “Kur'an’da kendilerine vahyedildiği  net bir şekilde ifade edilen kişilerle, vahiy meleğiyle konuştuğu belirtilen kişi”ye  dair ayetleri ele alacağız. Bakara, 2: 73’te olduğu gibi dedik ki ve Kehf, 18: 65’te belirtildiği gibi kendisine katımızdan bir ilim öğrettiğimiz lafzları da bu bağlamda incelenebilir ancak o ifadelerin ele alınması, başka bir yazının konusu olabilir.

و-ح-ي harflerinden türeyen vahiy ve yine bu kökten türeyen diğer kelimeler; işaret, mesaj, hızlı, ses[1] bir bilgiyi ya da şeyi başkasına gizlice gönderme,[2] ilham ve gizli söz[3] anlamlarına gelmektedir. Vahyin muhatabından söz edileceğinde ilk akla gelen kişiler peygamberler olsa da peygamber olmayan diğer insanlara da vahiy gönderildiğine dair örnekler Kur'an’da mevcuttur. Hz. Musa’nın annesine ve Hz. İsa’nın havarilerine açıkça “vahyedildiği”ni Kur'an belirtmektedir. Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’e ise, Kur'an’da lafzen olmasa da vahiy meleğinin (Cebrail) gelip, hitap ettiğinden söz edilmektedir.

Kur'an'a göre Hz. Musa'nın annesi, bebeği Musa’yı Firavun’un adamlarının zulmünden koruyabilmek için onu suya bırakmıştır. O, bunu Allah'tan aldığı ilhamla yapmış ve Allah kendisini öyle temin etmiştir ki, bu yola başvurması halinde yalnızca çocuğunu kurtarmakla kalmayacak, aynı zamanda ona yine kavuşacak ve çocuğu gelecekte, Allah'ın peygamberi olacaktır[4] Hz. Musa’nın annesi peygamber olmadığı halde Allahu Teala tarafından ona şöyle vahyedilmektedir: “Suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız' diye vahyettik.” (Kasas, 28: 7). Aynı konuya başka bir ayette de, “Hani bir vakit (Firavun, doğan çocukları öldürüyordu da sen doğduğun zaman annen endişelenmişti. İşte bu sırada) vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik.” (Taha, 20: 38) şeklinde işaret edilmektedir. Hz. Musa’nın annesinde vahyedilmesinden kastın; diğer insanlara Allahu Teala’nın ilham etmesi türünden[5] ne yapacağının uykusunda ona gösterilmesi,[6] meleğin haber getirmesi[7] olduğu yoksa söz konusu vahyetmenin nübüvvet içerikli bir vahiy olmadığı[8] ifade edilmektedir.

Hz. İsa’nın annesi Meryeme de vahiy meleği Cebrail’in geldiği ve onunla şöyle konuştuğu ifade edilmektedir: “Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, ona düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. Demişti ki: 'Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma).' Demişti ki: 'Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım).” (Meryem, 19: 17-19).

Kur'an-ı Kerim Allahu Teala’nın Hz. İsa’nın havarilerine de vahyettiğini ifade etmektedir: “Hani Havarilere, 'Bana ve elçime iman edin' diye vahy etmiştim; onlar da, 'İman ettik, gerçekten müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol' demişlerdi.” (Maide, 5: 111). Bu vahyetmenin Hz. İsa’nın diliyle[9] veya Allah’ın onlara ilham etmesiyle[10] olduğu ifade edilmektedir.

Yukarıda belirttiğimiz örneklerde görüldüğü gibi, Kur'an’da peygamber olmadıkları halde kendilerine vahyedildiği ifade edilen kişiler mevcuttur. Ancak aldıkları vahiy onlara bir peygamberlik sorumluluğu yüklemeyen “sezgi” denebilecek bir vahiy türüdür. Günümüzde de bu türden (ve yaygın olarak “ilham” denilen) vahiy aldığını söyleyenler vardır. Bu kimselerin iddialarını ne kendilerine ne de başkalarına kanıtlayabilirler. Vahye uygun sezgilerini uygulayacak olurlarsa bu, kendi tercihleridir. Kesinlik olmadığı için, uygulamadıklarında da günahkâr olmazlar. Vahiy desteğinden yoksun bu iddialarını insanları kendilerine itaat ettirmek için karizma unsuru olarak kullanırlarsa, bu yaptıkları en hafif tabirle yanlıştır.

7 Şubat 2013 (Memleket Gazetesi)



[1] İbn Faris, Ebû’l-Huseyn (395/1005), Mücmelu’l-Luğa, 2 c., 2. bs., Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 1986, I, 919.

[2] İbn Faris, Ebû’l-Huseyn (395/1005), Mu’cemu Mekayisi’l-Luga, 6 c., Daru’l-Fikr, (bs. yeri yok), 1979, VI, 93.

[3] Râzî, Ebu Bekr b. Abdilkadir (ö. h. 666), Muhtaru’s-Sihah, el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut, 1999, I, 334.

[4] Mevdudî, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay., İst., 1986, IV, 141.

[5] Vâhidî, Muhammed b. Ali (h. 486), el-Vecîz fi Tefsiri’l-Kitabi’l-Aziz, Daru’l-Kalem, Beyrut,  h. 1415, I, 694.

[6] Benteni, Nevevi el-Cavi (ö. h. 1316), Merahu Lebid Li-Keşfi Ma'ne'l-Kur'ani'l-Mecid, Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, h. 1417, II, 25.

[7] Kanuci, Muhammed Sıddık Hasan (ö. h. 1307), Fethu’l-Beyan fi Mekasidi’l-Kur'an, 15 c., el-Mektebetu’l-Asriyye li’t-Tabâti ve’n-Neşr, Beyrut, 1992, VII, 229.

[8] Yahya b. Selam, İbn Ebî Sa’lebe (h. 200), Tefsiru Yahya b. Selam, 2 c., Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 2004, I, 259.

[9] Cezairî, Abülkadir b. Cabir Ebu Bekir, Eyserü’t-Tefâsir li Kelami’l-Alîyyi’l-Kebir, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hukm, Medine, 2003, II, 28.

[10] Hicazi, Muhammed Mahmud, et-Tefsiru’l-Vâdıh, 10. bs., Daru’l-Cîli’l-Cedid, Beyrut, h. 1413. et-Tefsiru’l-Vâdıh, I, 579.