“Türk milleti dinini istediği gibi benimsemiş, İslamiyet’i kendi mizacına göre kabul etmiş ve çok eski putperestliği ile karıştırmış ve öyle sever, onun uğruna yalnız bu sebeple ölür.” Yahya Kemal’e ait bu sözler aslında dini yok saymayan fakat mevcudu idealleştiren bir niteliğe sahip. Günümüzdeki yerli hegemonik güçler gibi onun amacı da Kitabî değil ananevî dini tahkim etmek.
Birlik ve beraberliği sağlama konusunda çözüm olarak takdim edilen “Türkiye sınırları içinde oluşmuş din anlayışı” acaba ne kadar yerel? Bu sorunun cevabını büyük oranda; Haksöz ve Tezkire dergilerinde yayınlanan yazılarından tanıdığımız Ramazan Yazçiçek’in, Millî Din Arayışı ve Türk Müslümanlığı adıyla Ekin Yayınları’ndan bu yıl yayınlanan kitabından arayalım.
Anadolu’da kabul gören veli inancı, Ota Asya’da olanların tekrarından başka bir şey değil. Budizm’deki veli telakkisi ile tasavvuftaki arasında benzerlikler söz konusu. Sözgelimi, Budist azizler olağanüstülükler sergileyebiliyor. Kuru ağaçtan meyve alabiliyor ve uçabiliyorlar. Bu olağanüstü güçler Budist rahipler tarafından propaganda unsuru olarak kullanılıyor. Bu propagandalardan etkilenen Uygur bakşıları Budist menkıbeleri çalgıyla terennüm ediyorlar. Daha sonraları baba ve ata lakaplı şeyhler tarafından İslâmî dönemde bu menkıbeler İslâm’ı tebliğ aracı olarak kullanılıyor.
Hıdrellez’in, Müslümanlarca Hızır ve Hıristiyanlarca da Aziz Yorgi adına kutlanmasına rağmen esas itibarıyla ne İslâm ne de Hıristiyanlıkla ilgisi var. Bu kutlamanın kökeni İlkçağ Anadolu Mezopotamya ve Orta Asya kültürlerine dayanıyor. O dönemde bazı tanrılar adına ayinler yapılıyor ve baharın veya yazın gelişi kutlanıyor.
Anadolu’da kabul gören birçok kült, Türkmenler arasında revaç bulan Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde önemli bir role sahip Kalenderî dervişlerin kirli bakiyelerinden ibaret. Moğol istilasından kaçıp Şam’a sığınan Cemâlü'd-Din-i Sâvî tarafından XIII. yüzyılda teşkilatlandırılan ve bu yüzyıldan sonra Sûriye ve Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya göç eden Kalenderiler  “Esrar içen baltalı dervişler” olarak da anılıyor. Bu çevrenin Orhan Gazi tarafından teftiş edilmesi ve Ehl-i Sünnet dışı inanç ve davranışlarını halk arasında yayanlarının beylik arazisi dışına çıkarılmaları kayda değer.
Türklerin İslâmiyeti kabulü Araplarla diyalogları sonucu değil de Horosan yoluyla Maveraünnehir’den yahut da, Maniheizm, Budizm ve Şamanizm gibi dinlere az çok uyabilen Şii ve tasavvufi kanallardan girmek şeklinde gerçekleşiyor.
Türk halk Müslümanlığının öncüsü olarak sayılan Kazakistanlı Ahmed-i  Yesevî (1166); İslâm’ı, İran sufiliğinin süzgecinden geçirerek Orta Asya’daki Budist, Şamanist ve Maniheist mistik kültürün içinden gelen göçebe ve yarı göçebe Türk boylarının anlayabileceği ve hazmedebileceği popüler ve basitleştirilmiş bir hale getiriyor.
Türk siyasi hayatında Jön Türklerden İtihat ve Terakki teşekkülüne, oradan da Cumhuriyet elitlerine dek çoğu siyasetçinin Balkan kökenli ve dolayısıyla Bektaşi-Alevi oldukları söylenebilir. Zaten bu inanç damarı yalnızca belli bir etnik veya dini köken kültürünün değil, Orta Asya’dan Balkanlara kadar uzanan geniş bir coğrafyanın ürünü.
Şimdi gelelim, kendilerini “bu topraklarla” sınırlamayan ve kendisini ümmetçi olarak tanımlayan Müslümanların durumuna. Anadolu’da yaşayan ve Türk Müslümanlığına esas alınan inançlar ve şahısların başka dinlerden bile etkilenerek oluşturdukları din “güzel dinimiz” oluyor da, misak-ı milli sınırlarının dışındaki Müslümanlardan etkilenen ve bundan gocunmayan (ve “İslâmcı” diye yaftalanan) kimselerin din telakkileri nasıl “türedi” muamelesi görüyor? Moğol işgali sırasında Moğol politikalarını benimseyenler büyük evliya olarak lanse edilirken nasıl oluyor da “Küresel işgale karşı tüm Müslümanlar elbirliğiyle direnmelidir!” söylemini gündemde tutan Müslümanlarla ilgili olarak “Allah bizi İslamcılardan korusun!” şeklinde dua edilebiliyor? Nasıl oluyor da İslâm dininin dışından gelen hurafelerde, pagan unsurlarda sırf bu topraklarda yuvalanma imkânı buldular diye “İslâm medeniyeti” adı altında bir yer açılabiliyor da, “Hurafelerden arınalım.” söylemi sahipleri “dışarıdan” konuşan ithal dindar muamelesi görüyor?
Evet, nasıl oluyor bu sahiden!
2007- 06-14 (Memleket gazetesi)