Seçime katılacak partiler arasında belki de en köklü vitrin değişikliğini AKP ve CHP yaptı. Bu iki partinin vitrine koyduğu adaylar, partilerine ek oylar mı getirecek yoksa her iki partinin liderlerinin de başka hesapları mı söz konusu?
Bu soruya “İkincisi!” yanıtını vermek mümkün. Zira ülkedeki “ayrışma” gereği iki parti açısından oyların adresi aşağı yukarı zaten belli.
Sözgelimi, CHP kökenli Ertuğrul Günay’ın, siyasi kökenine uygun seçmenin yoğunlukta olduğu diğer seçim bölgelerinden değil de İstanbul 1. Bölgeden AKP adayı gösterilmesi. Yine “umut beslenen kimse” olarak sağ seçmene lanse edilen eski ANAP’lı (28 Şubat darbesinin aktörü Çevik Bir gibi Yahudi Ulusal Güvenlik İşleri Enstitüsü JINSA’nın gözdesi olan) İlhan Kesici’nin,  muhafazakâr şehirlerden değil de İzmir’den aday gösterilmesi niyetin başka olduğuna pekala kanıt olarak gösterilebilir.
Doğrusu, her iki partinin de müşterileri birbirine akışkan değil. CHP daha önce hangi kesimlerden  oy aldıysa 22 temmuz’da yine aynı kaygılara sahip olan kitleden oy alacak. Yine özgürlük sorunu yaşayan kitleler, daha iyi bir alternatif görememe “çaresizliği” içinde, AKP’yi destekleyecek.
Muhtemelen her iki partinin de hedefi; parti “tuleka”sı adaylarla oy artırmak değil, “Türkiye’nin partisiyiz” havası vermek ve kendisini siyasi arenanın merkezinde göstermek. Bu konuda AKP, stratejisi açısından başarılı olabilir. Ertuğrul Günay’ın  partiye katılımının hemen ardından Başbakanlık konutunda yapılan 1.5 saatlik toplantıya davet edilmesi, kendisine verilen değer açısından bir gösterge olabilir. Ancak Y. Nuri Öztürk tecrübesini dikkate aldığımızda CHP’nin pek de başarılı olamayacağını söylemek mümkün.
Tabi bir yönüyle bu açılım, her iki parti için de “mesajı sulandırma” riski taşıyor. Özgürlükleri genişletmesi beklenen AKP, yeni vitrinindeki adaylara nispetle, “ağrıyan yanları”na sahip vekillerinin önemli bir kısmını tasfiye ettiği için rahatlıkla “Ne yapalım aramıza sonradan katılanlarla bu kadar olur” mazeretine sığınmaya yönelebilir ki bu, özgürlük beklentisi olan kesimler için üzücüdür.
Ne var ki, siyaset salt partisel mücadele ile sınırlı değildir. Özgürlükleri genişletmek ve adaletin tevzii için verilecek her türlü çaba, siyaset kapsamında görülebilir. Bu anlamda “namazdan men edeni” görünce yine de secde edip Rabbe yaklaşmak da, meydanlarda “Namazına sahip çık!” diyerek protestolar gerçekleştirmek de bir siyasettir ve bilinen dar anlamıyla da siyasi alanın genişlemesine büyük bir katkıdır.
Siviller, belirttiğimiz  her iki anlamıyla siyaset alanından uzak dururlarsa, boşluğu asker dolduracaktır ki, siyaset askere tevdi edilemeyecek kadar ciddi bir iştir. Bu anlamda, partiler –CHP dahil- tarafından aday adayı birçok emekli generale geçit verilmemesi, ve onların paşa paşa siyasetin dışına itilmesi kayda değer.
Aynı tavrı generalleri yönetim kurullarına dolduran holdinglerden de görür müyüz? Umutsuzluk yok, olur mu olur.
2007-06-07 (Memleket gazetesi)