Gazetemizin iki yazarı Mustafa Durdu ve Ufuk Karadavut Bey, geçen hafta Türkiye’yi kasıp kavuran olaylar üzerine kaleme aldıkları yazılarda görüşlerini ortaya koydular. Durdu, Kürt sorunu’nun varlığını inkâr ederken, Karadavut fiilen eli silahlı olmayan bazı kişileri “sivil teröristler” olarak vasfetti.
Her iki yazarımızın da yaklaşımlarını çözümden, adaletten uzak ve hissi bulduğumu ifade etmek istiyorum. Sözgelimi U. Karadavut Bey, çözümü “Yetkililer devlet olmanın gereğini yaparak devlet otoritesine meydan okuyanları kökünden kazıyarak yok etmelidir.” cümlesiyle ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, gücü ele geçireni meşru görmekte ve muhalif talepleri olan parti bile olsa yargılanmasını talep etmek yerine yok edilmesini istemektedir. Ancak kendisinden medet umulan devlet erkânının “kökünün kazınması gerektiği kimseleri” ikinci tehdit olarak gördüğü gerçeğini dikkate almamakta ve ayrıca silahlı ayaklanma suçu işlememiş kimselerle de diyalogu kesici bir tavsiyede bulunmuş olmaktadır. Bu da meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Ayrıca Karadavut, hukuku hiçe saydıkları ancak devlet içinde etkili oldukları için kendisine “derin devlet” denilen kişilerin sindirildiğinden bahsetmektedir. Ne var ki, bu kimseleri yasalar çerçevesinde hareket etmeye davet edip: “Bir ülkede iki devlet olmaz, yasalara uyun.” dememektedir. Devlet vatandaşlarının mal ve can güvenliğinden sorumludur. Devletin uygulayacağı şiddetin yasal ve yasaların da hukuka uygun olması gerekir. Şemdinli ve Susurluk olaylarının yaşandığı binlerce faili meçhulün olduğu bu ülkede, “terörle mücadelenin yasal zemininin zayıflatıldığı gerekçesiyle” yeni terörle mücadele yasası talebi imasında bulunmak, bu hukuksuzlukların çözülmesini daha da zorlaştıracaktır. Unutmayalım, birileri bizim kanlarımız ve gözyaşlarımızın ürerinden otorite kurma ve zenginliklerini tahkim etme çabasında.
Durdu ise sorunu, Kürt sorunu olarak değil de “eşkıya sorunu” olarak tanımlamaktadır. Eşkıyalıktan kasıt  yasalara uygun hareket etmemek ise, Durdu Beyin Şemdinli’deki bombalama olayında bombayı koyduğu iddia edilen kişinin “iyi çocuk” görüldüğü gerçeğini de aynı üslupla eleştirmesi gerekmez mi? Ancak her iki yazarımızın eleştirisinde aslolan ırki bağ ise bu meseleyi ayrıca ele almak gerekir.
Yine Durdu, Türkiye’nin Kürt kökenli cumhurbaşkanları ve başbakanları görmüş bir ülke olduğundan yola çıkarak: “Buna rağmen hâlâ Kürt sorunu diyorlar. Yuh be!” diyerek bu sorunu yok saymakta ve Kürtlerin oyuna geldiğini söyleyenler için de “Gelmesinler kardeşim! Ben geliyor muyum?” diyerek meseleyi en azından teorik düzeyde hallettiğini düşünmektedir. Sanırım kendisi de bilir ki, başbakan veya cumhurbaşkanı olan Kürtlerin hiçbirisi Kürt olarak o mevkie gelmemiştir. Türkiye’de Kürt kökenli bir milletvekili kendine ait internet sitesinde bildiği diller içinde İngilizce’yi belirtmekte bir problem yaşamazken, Kürtçe’yi zikrettiğinde vaveylalar kopmaktadır. Milyonlarca insanı ilgilendiren ve binlerce Türkiye vatandaşının hayatına mal olan böylesine acı bir konuyu Fenerbahçe-Galatasaray derbisi gibi ele aldığımızda bunun “oyuna gelme” olup olmadığı konusunda da kafa yormak gerekir.
Her iki yazarımızın da “terör” kavramını kullanmada çok rahat hareket ettiklerini söylemeliyim. Ne var ki, bu terim oldukça duygusal ve hatta isterik içerikli bağlamlarda ortaya çıkmakta ve genellikle devlet dışı güçlerin eylemlerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Ancak günümüzde terörün devletlere atfedilerek kullanılması gruplara ya da kişilere atfen kullanılması kadar olmasa da yaygın ve normaldir. Devlet terörü işlemek konusunda en kolay verilecek iki örnek İsrail ve ABD’dir.
Çözüm önerilebilir mi peki? Tabi ki. Acilen yapılması gerekenler şunlar: Kürt halkına dayatılan düşünce, ana dilde eğitim ve kültür yasakları kaldırılmalı, bölge halklarına vize uygulaması kaldırılmalı ve bölge ülkelerinde yasaklanan tarihi-coğrafi isimlerin iadesi sağlanmalıdır. Kürt sorunu’na çözüm teklifleri sunmamızdan asla Kürt halkı içindeki sapkınlara müsamahalı olunması gerektiği şeklinde bir anlam çıkarılmamalıdır. Niyetimiz “Vuralım, kıralım!” tavrının Türkiye halkını bir arada tutma imkânlarına sahip olmadığına vurgu yapmaktır. Uzun veya yakın vadede Kürt halkının ve diğer Müslüman halkların en büyük sorunu küresel çok uluslu şirketlerin tek tipleştirici kuşatması ve ümmeti bir arada tutacak Kur'anî bilinç yetersizliğidir. Doğru olan şu veya bu gücün, şu veya bu partinin değil, tevhidin ve adaletin yanında yer almaktır. Birleştirici olan budur.