Sözlükte örten şeyi kaldırmak anlamındaki keşf[1] kelimesini bir bilgi kaynağı türü şeklinde kavramlaştıran mutasavvıflar acaba onun içeriğini nasıl belirlemektedir? Sahih olmayan hadislerin sahih muamelesi görmesi açısından keşfin yeri nedir? Keşfe Kur’an’ın dışında Allah’tan bilgi alma imkânı olarak bakılabilir mi? İnsanın içine gelen duygu ve düşünceler, doğruluğu kesin bilgi olarak kabul edilebilir mi? Keşfin gaybi bilgileri de içerdiği iddiası doğru mudur?

Tasavvufi pencereden bakıldığında keşf denilen şey, perdenin açılmasıyla gizli olanın ortaya çıkmasıdır. Gaybi hakikatlere yaşayarak ve temaşa suretiyle vâkıf ve muttali olmaktır. Mükaşefe beden ve his perdesinin kalkması, ruh aleminin seyredilmesidir. Maddi duyular aleminin tesir ve kiri, kalbin gayb alemini görmesine bir perdedir. Riyazet, mücahede ve tasfiye (arındırma) bu perdeyi ortadan kaldırınca gayb alemi görülmeye başlar ki buna keşf denir. Keşf ve mükaşefe, sufinin akıl ve duygu organlarıyla elde edemediği gayb ve uluhiyyet alemine dair gizli bilgiler sağlar. Mükaşefe ilminin gayesi marifet elde etmek, insan, varlık ve Allah gibi konularda akıl, nazar ve istidlal yolunun dışında kalbi bilgi sağlamaktır. Gazzali, kalbi bilgilere mükaşefe ilmi (tahakkuk) adını vermektedir.[2]

İsmail Hakkı Bursevi’ye (ö. 1725) göre keşif ile sahih olan bir şey nakil yolu ile gelenden daha sahihtir. Tasavvuf ehlinde “Kalbim rabbimden bana nakletti.”[3] sözü de meşhurdur. Ancak bu söze keskin itirazlar vardır. Çünkü ona nakledenin şeytan mı Allah mı olduğu belli değildir. Doğru ise Allah’tan yanlış ise kişinin kendinden ve şeytandandır.[4] Sufilerin, “Siz dininizi ölülerden alıyorsunuz, biz ise hiç ölmeyen (Allah)den alıyoruz.” sözleri de meşhurdur. Bu bağlamda Zahid Kotku (ö. 1980) da şöyle demektedir: “Nice günler beni bir halet ihata etti ki, gözümden eşya kalktı. Diğer alemlerde her ne varsa cümlesini gördüm. Her şeyi ki haber verseydim, vakıaya mutabık bulunurdu.[5]

Yukarıda keşfe yüklenen tasavvufi anlamlar dikkate alındığında keşfin sened ve rivayet sisteminde getirilen ölçüleri göz ardı ettiği söylenebilir. Bu durumda da muhaddislerce sahih kabul edilmeyen pek çok hadis Peygamber (s)’den teyit alındığı iddiasıyla sahih gibi görülmekte ve o doğrultuda iman ve amel edilmektedir. Ayrıca keşif yoluyla Hz. Peygamber (s)’den bilgi alındığı iddiası güçlülük derecesine göre hadisleri derleyip kimini sahih kimini uydurma kabul etme gayretlerini de anlamsız hale getirmektedir. Halbuki hadis ilmi hadisleri “test edilebilir” alanda tutmakta ve vahiy doğrultusunda hakikat arayışları için ciddi bir imkân sunmaktadır. Keşf yolu ile hadislerin doğruluğunu tespit ise ilmi açıdan mümkün görünmemektedir.

İnsanın içine fücur ya da takva içerikli duygu ve düşünceler gelebilir (Şems, 91: 8). Fücur içerikli olanlar insanı sapkınlığa, takva içerikli olanlarıysa hidayete götürür. Bunları ayırt etme imkânı Kur’an ve sahih hadislerdir. İçimize doğan düşünceler gaybi bilgi içermekten uzaktır. Bir kimsenin, keşf adı altında gaybi bilgilere muttali olduğu izlenimi vermesi, onun insanlar üzerinde bir güç ve egemenlik alanı tesis etmesine imkân vermekte ve onun din anlayışı ile pratikleri sorgulanamaz bir alana taşınmaktadır. Allah’ın dilediği peygambere ve dilediği oranda açtığı gayb alanı, diğer insanlara kapalıdır. Bu bağlamda, keşf adı altında “gayb bilgisine ulaşma” iddiaları vahyin onayından geçmez.Çünkü Kur'an’da, “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun (Allah’ın) katındadır.” (Enam, 6: 59). “Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak değildir. Ama Allah, elçilerinden dilediğini seçer.” (Al-İmran, 3: 179) denilmektedir.

31 Ocak 2013 (Memleket Gazetesi)

 



[1] Ferâhîdî, el-Halil b. Ahmed (h. 170), Kitabu’l-Ayn, 8 c., Daru Mektebeti Hilal, yy., ts., V, 297; Ezherî, Ebu Mansur Muhammed b. Ahmed (370/980), Tehzîbu’l-Luğa, 8 c., Daru İhyai Turasi’l-Arabi, Beyrut, 2001, X, 18.

[2] Yılmaz, Hasan Kâmil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, 12. bs., Ensar Neşr., İst., 2010, s. 222.

[3] Sarmış, İbrahim, Tasavvuf ve İslâm, 4. bs., Ekin Yay., İst., 2005., s. 464.

[4] İbn Kayyım el-Cezviyye, Şemsuddin (h. 751), Tefsiru’l-Kur’ani’l-Kerim, Daru ve Mektebetu Hilal, Beyrut, h. 1410, I, 43.

[5] Sarmış, a.g.e., s. 464.