İslami kesimde “İslam’da devlet var mı yok mu? Demokrasi tağuti bir rejim midir? Krallık da İslam’ın cevaz verdiği bir yönetim biçimi midir?” şeklinde uzayıp giden bir tartışma mevcuttur. Bu tartışmalara katkı sağladığını düşündüğüm üç yazarın görüşlerinden aktarımlarda bulunmak istiyorum.
Muhammed Hamidullah “İslama Giriş” adlı eserinde (Diyanet bsk. ts.) belirttiğine göre, İslam hükümetin yönetim biçimine hiç önem vermez. Yeter ki o hükümet insanın iki dünya mutluluğunu kaygı edinsin ve Allah’ın kanunu tatbik etsin. Pek çok rejim arasında cumhuriyetmonarşiçifte yönetim İslam toplumunda kabul görür. Amaç tek bir yüce başkanla gerçekleştiriliyorsa, bu başkan da kabul edilir. Bir dönemde ve belli bir ortamda “müminlerin emiri” veya diğer adıyla halife için gerekli niteliklere tek bir kişide rastlanmıyorsa, hükümetin en iyi şekilde işlemesi için bir iktidar taksimi memnuniyetle kabul edilecektir. Bu hususta (Tevrat’a göre Samuel adında) Kur'an’da anılan bir peygamberin (Bakara, 2: 246-247) durumu örnek alınır. Bu peygamberin bağlıları kendisinden, başlarına kendilerini yurtlarından kovmuş ve çocuklarından ayırmış bir düşmana karşı onları savaşa ve zafere götürebilecek bir kral seçmesini istemişlerdi. Bir peygamberin varlığında ve hatta bu peygamber aracılığıyla bir kralın tayin edilmesi, bu yolda hangi noktaya kadar gidilebileceğini göstermektedir. Böyle bir durumda din işlerinin dünya işlerinden ayrılmış olacağı doğrudur. Fakat bu ayırım özde değil, bir tür uzmanlaşmadan ötürü, sadece “görevlinin şahsında” gerçekleşen bir ayırımdır. Yoksa hayatın bu iki cephesi arasında tam anlamıyla bir kopmayı gerektiren bir ayırım sözkonusu değildir. Gerçekten de, bu iki alanın hiç birinde, hiçbir keyfi yetkiye izin verilmez. Yani, siyaset ve kral, tıpkı idabetle peygamber gibi ilahi kanuna boyun eğer.
Yine Hamidullah’a göre, ilk İslam devleti, Hz. Peygamber (s) tarafından kurulmuş ve yönetilmiştir. Bu, Medine şehir-devleti, Müslümanlar, Yahudiler ve putperest Arapların oturdukları özerk köyler federasyonu idi. Devletin bizzat yapısı dini bir hoşgörüyü gerektiriyordu. O da bu devletin anayasasında resmen tanınmıştı ki bu belge günümüze kadar muhafaza edilmiştir. İlk savunma ittifakı anlaşmaları Müslümanlarla gayr-ı Müslimler arasında yapılmış ve Müslümanlar tarafından buna her zaman titizlikle uyulmuştur. Kur'an vaatleri yerine getirme ve bu konuda adil olma zorunluluğu üzerinde (ahiret azabı tehdidini de kullanarak) en kesin ifadelerle durmaktadır.
Bu konuda İbrahim Sarmış’ın kaleme aldığı “Yönetim” (İst., 2010) adlı kitapta belirtildiğine göre, Muhammed Abduh, yöneticilerin seçimle işbaşından uzaklaştırılmasını ve danışma ilkesinin uygulanmasını zorunlu görmektedir. Abduh bunu söylerken ülkesi bir yandan krallıkla yönetilmekte, diğer yandan İngilizlerin işgali altında bulunmaktaydı. Saltanat ve krallıklarla yönetilen İslam coğrafyasının Batı karşısında çökmesinin ve Müslümanların perişan duruma düşmesinin sebepleri üzerinde kafa yoran Abduh, bunun en önemli sebeplerinden birinin yönetimin şekli olduğunu tespit etmiştir. Çünkü sultanlar ve krallar Allah’ın emirlerini gözetmemiş ve halkı adam yerine koymamıştır. Halbuki Batı bütün bozukluk, ahlaksızlık, haksızlık ve emperyalizmine rağmen, uzun mücadeleler sonunda vardığı bu sistemle halkını adam yerine koymuş, kendi ahlak ölçülerine göre onların özgürlüklerini tanımış, demokratik yönetimler kurup halkın katılımından yararlanarak kalkınmış ve üstün olmuştur. Sarmış ise bu konuda kendi kanaatini şöyle belirtmektedir: İslam’ın laik ve seküler demokrasi ile uyum içinde olduğu değildir. Doğru olan, tek adam yönetimi yerine İslam’ın şura, icma ve biat öğretilerinin çerçevesini belirlediği  ve “adı çok da önemli olmayan” bir yönetimi gerektirdiğidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, bir rejimin/başbakanın “tağuti” olup olmadığını iddia etmek o kadar da kolay değildir. Belki de doğru olan her devletin/baş(ba)kanının “tağuti” yönlere/eğilimlere sahip olabileceğidir. Devlet insanların işlerini pratik olarak yürütebilmelerine aracılık eden bir kurumdur ve her devletin İslam’a uyan ve uymayan yönleri olabilir. Müslümanlara düşen toplumu olduğu gibi devleti de İslamileştirmek yani onu zulümden alıkoymak ve tevhidi, adaleti üstün kılmaktır.

7 Nisan 2011 (Memleket Gazetesi)