Yayın hayatına yeni başlayan haftalık Renkli dergisinin 2. sayısında Haksöz dergisi yazarlarından Hamza Türkmen ile “İslamcılık değil Müslümanlık” adıyla bir röportaj yayınlandı.
Röportajda İslâmcılık ve AKP konusunda tespitler yer alıyor. Kemalist ideolojinin tüm partilere dayatılan bir kimlik olduğunu söyleyen Türkmen’e göre İslamcılık da İslâmî ıstılahta yer almayan ve dışarıdan bir tanımlama. Bu yaklaşıma katılmadığımı ifade edeyim. Çünkü İslâm’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan siyasî mezhepler pekâlâ İslamcılık bağlamında değerlendirilebilir. Zaten Ebu’l-Hasan el-Eşari’nin (873-935), Makalatu’l-İslamiyyin, (İslamcıların görüşleri) adlı eseri de böyle bir isimlendirmenin pek de dışarıdan olmadığını göstermektedir diye düşünüyorum.
Türkmen, Türkiye İslamcılığı’nın 1960'lara gelindiğinde dar anlamda İslam’ı savunmakla beraber Türk devletini de, milliyetçiliği de, sağcılığı da müdafaa ettiğini, mezhepçiliği, batiniliği, sağcılığı, devletçiliği ve milliyetçiliği aşamadığını ve karşıtına sığınarak var kalma çabası güttüğünü söylemektedir. Zamanla bu kavram gelenekçisiyle, moderniyle, sağ eğilimlisiyle sol eğilimlisiyle ve sadece Allah’ın verdiği isimle ben Müslümanım diyenleri de kapsar halde kullanılmaya başlanmıştır. Gerçekten İslâmcılık deyince bu kapsama kimlerin girdiğini tayin edebilmek oldukça zordur. Yasin Aktay’ın editörülüğünü yaptığı Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce adlı İletişim yayınlarından çıkan eserin 6. cildi olan İslâmcılık’ta da bu zorluk kendisini belli etmektedir. Çünkü o eserde İslâmcı diye isimlendirilen kesimlerin neredeyse tamamına “Siz İslâmcı mısınız?” şeklinde bir soru yöneltilse cevap büyük ihtimalle şöyle olacaktır: “Hayır!”
İslâmcılık deyince belki de ilgi alanımıza girmesi gereken kesim –Pakistan ve Mısır’dan birtakım Müslüman entelektüellerden yapılan çevirilerin de katkısıyla- 60’lı yıllardan itibaren kısmen “Kur'an ve Sünneti” ön plana çıkaran çizgidir. Artık dönem yaşanan hayat ile vahiy arasında irtibat kurma dönemidir ve etkisi günümüzde de devam etmektedir. Ne yazık ki, bu çizgi; mevcut sistem ve gelenekçi muhafazakâr kesimler tarafından pek sıcak karşılanmamış ve “kökü dışarıda” olmakla itham edilmiştir. Halbuki İslâm’ın kendisi Mîsâk-ı Millî sınırları içinde bir dindarlık duruşunu ifade eden “bu topraklar” söylemini sorgulanır kılmaktadır.
Röportajda AKP döneminin İslamcı kalarak iktidar talebinden vazgeçme dönemi olarak isimlendirilmesi de gayet yerinde. Çünkü bu parti, halkın özgücüne dayanmaktan ziyade Batı'daki demokratik açılımlara dayanarak, onun gücünü devşirerek bir statü oluşturmaya çabalıyor. Türkiye’deki mevcut durum dikkate alındığında Ak Parti kadrolarının bundan ötesini yapması da mümkün değil. Çünkü siyasî arenada ıslahat yapma niyetinde olan ve bu yöntemi önceleyen Müslümanların geldiği ve gelebileceği nokta büyük oranda bu. Türkmen, bu eleştirileri yaparken gayet de isabetli bir şekilde “sistem içi araçları” da bir açılım unsuru olarak görmektedir. Yeter ki insan hakları konusunda ilerleme sağlanırken bu cehdin sınırları vahiy ile belirlensin.
28 Şubat ile neredeyse İslâmcılığın tüm renklerini kuşatan bir yenilgi yaşandığı ve İslâmî değil muhafazakâr bir söylemi benimseyen AKP’nin bu süreçte ortaya çıktığı doğru ancak bu Türkiye halkının İslâm’dan umudunu kestiği şeklinde anlaşılmamalı. Zaten fikri ve sosyal açıdan sahih temellere dayalı bir inşa söz konusu olmadan salt siyasî arenayı ıslah niyetinin sonuç getirmesi beklenmemeliydi. Çünkü sosyal alandaki ilahî yasaların işleyişi Müslümanlara kolay yoldan bir “iktidar” vaadinde bulunmamaktadır.
AKP Müslümanlara bir açılım sağlayabilir ama asla açılımların tümü ondan beklenmemelidir. Bu bağlamda İslâmî kesim açısından olumluluklar da söz konusu. Günümüzde, Müslüman kimliği üst kimlik olarak görüp başka kesimlerle iyi bir diyalog içine girip “yeryüzünde fesat çıkaranlara karşı ortak çabalar” geliştirebilme gücü (Özgür-der ve Mazlum-der örneklerinde olduğu gibi), istenen boyutlara varamasa da önemli bir kazanımıdır. Bu açılımın; fikri, toplumsal ve siyasî alanda kurumsallaşması, İslami mesajın tekrar daha kuşatıcı ve etkili bir biçimde gündeme gelmesi ve gündemi belirlemesi ümitlerini artırıyor.
Murat KAYACAN 06.09.2014