Misal vermek birisine bir şeyi hatırlatmak ve ona örnek vermektir.[1] Misal yoluyla insanlara mesaj vermeye, İncil’den şu pasajı örnek verebiliriz: Göklerin melekutu, bir adamın alıp tarlasına ektiği bir hardal tanesine benzer, o tane ki, bütün tohumların gerçi en küçüğüdür; fakat büyüyünce, sebzelerden daha büyüktür ve ağaç olur; şöyle ki, göğün kuşları gelip onun dallarında yerleşirler. İsa onlara başka bir mesel söyledi: Göklerin melekutu hamur mayasına benzer; bunu bir kadın almış ve üç ölçek un içine, hepsi mayalanıncaya kadar gizlemiştir. İsa bütün bu şeyleri halka mesellerle söyledi; ve onlara meselsiz hiçbir şey söylemezdi; ta ki, peygamber vasıtası ile, ‘Ağzımı mesellerle açacağım, dünya kurulalı beri gizli olan şeyleri beyan edeceğim.’ diye söylenen söz yerine gelsin.” (İncil, Matta, 14: 31-35). Bu ayetlerde göklerin melekutu, tohumken ağaç haline gelecek kadar büyüyen bir temsille ifade edilmekte ve Hz. İsa’nın mesajını vermek için sıkça meseli kullandığı söylenmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz İncil ayetinde “ağaç” göklerin melekutunu anlatmak için kullanılırken Kur'an-ı Kerim’de ise, “güzel ve kötü sözü” anlatmak amacıyla kullanılmaktadır: “Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti). (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkanı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.” (İbrahim 14: 24-26). Misal getirmenin, ayetin orijinalindeki karşılığı –motamot çevrilecek olursa- “örnek vurmak”tır. “Allah böyle misaller verir.” (Rad, 13: 17) ayetinin orijinalinde de -misal kelimesinin çoğulu şeklinde- yine bu ifade mevcuttur. “Kötü ağaç” deyimi, yenilmeyen, çok acı olan ve sökülüp atılan “Ebu Cehil karpuzu” denilen acı bir hıyar türünü niteler gibidir. Güzel bir söz inancın ifadesi olan Kelime-i Şehadet’tir.[2]
Yukarıdaki ayetlerdeki (İbrahim, 14: 24-25) güzel söz -yani gerçek söz- tıpkı güzel bir ağaç gibidir. Görkemli ve bol meyvelidir. Sağlamdır, kasırgalar ne kadar amansız olurlarsa olsun onu yerinden sökemez. Bâtıl rüzgârlar onu (yıkacak ölçüde) sarsamaz. Tağutların balyozları onu etkilemez. Kimi dönemlerde bazılarınca yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zannedilse bile sağlamdır. Kötülükten, zulümden ve azgınlıktan hep yukarıdadır. Kimi zamanlar onun bâtıl tarafından yerinden sökülüp boşluğa atıldığı sanılsa bile meyvesini vermeye devam eder.[3] “Güzel bir söz” o denli verimlidir ki, hayat sistemini ona dayandıran herkes (veya her toplum) her an ondan meyvesini alır. Çünkü o, düşüncede berraklık, sinirlerde denge, karekterde güç, ahlakta temizlik, ilişkilerde sebat, konuşmada doğruluk, sohbette açık ve doğru konuşma, sosyal davranışlarda ölçülü bir tutum, kültürde ve savaşta soylulukekonomide adalet ve eşitlik, politikada onurluluk, barışta samimiyet ve verilen sözlerde, yapılan anlaşmalarda güven yaratır. Kısacası o, yerinde kullanıldığında her şeyi altına çeviren bir iksirdir.[4]
Kötü yani bâtıl sözlere verilen misali içeren ayette (İbrahim, 14: 26) ise kötü söz, dal budak salan bir ağaç gibidir. Bu yüzden bazı insanlar onun güzel ağaçtan daha iri, daha güçlü olduğunu sanabilir. Hatta o, toprağın dışındadır. Onun bu görkemi geçici bir süre içindir, sonra tekrar yere yıkılacaktır. Sağlamlığı, kalıcılığı sözkonusu değildir.[5] Kötü bir söz, gerçek dışı ve yanlış olan her şey için kullanılabilir, fakat burada ateizm, sapıklık, inançsızlık, şirk, putatapıcılık veya peygamber tarafından getirilmemiş (vahye aykırı) hangi "izm" olursa olsun kişinin hayat sistemini dayandırdığı yanlış inanç ve akide anlamında kullanılmaktadır.[6]
Misalle ve somut tasvirle anlatım, dolaylı bir anlatım yolu olsa da söylenmek isteneni somutlaştırmak açısından doğrudan söylenmiş bir söze göre daha fazla etki yapabilir ve zihinde kalıcı olabilir.

Bu yazı 10 Mayıs 2012 tarihinde Memleket Gazetesi’nde yayınlanan yazının gözden geçirilmiş halidir.




[1] İbnu Manzur, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn, Lisânu’l-Arab, 15 c., Daru Sadır, Beyrut, ts. I, 548.
[2] Hamidullah Muhammed (1908-2002), Aziz Kur'an, (çev: Abdülaziz Hatip, Mahmut Kanık), Beyan Yay., İst., 2000, s. 405-406.
[3] Kutub, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur'an, (çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İst., 1991, VI, 425.
[4] Mevdudî, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay., İst., 1986.II, 518.
[5] Kutub, a.g.e., VI, 425.
[6] Mevdudî, a.g.e., II, 518.