Yazımızın başlığındaki YAAB Star Gazetesi yazarı Eser Karakaş’ın 27/12/2011 tarihinde “Yeni Anayasa, Avrupa Birliği ve Arap Baharı” konulu Muş’ta verdiği konferansın adının ilk harflerinde oluşmakta.  Konuşmasına sondan başlayarak, eskiden Amerika’nın (ABD); Mısır’da 1981-2011 yılları arasında devlet başkanı olan ve yaygın halk gösterileri sonucu devrilen Hüsnü Mübarek ve 1973-1990 arasında Şili'yi dikta rejimi ile yöneten Pinochet gibi liderlerden memnun olduğunu  söyleyen Karakaş’a göre hedef, artık sadece diktatörlere ve onların dar çevrelerine değil, gelir düzeyi yükselmiş ve şeffaf yönetimlere sahip ülkelerin mevcudiyetiyle herkese bir şeyler satabilmek. Bu becerilebilirse Türkiye’nin Milli Geliriyle yarışacak kadar güçlü Amerikan bilgisayar firması Apple daha fazla bilgisayar, ipad vs. satabilecek.[1]
Bir iktisatçı gözüyle yukarıdaki gibi Arap Baharı’na bakılıp özelde İslam ülkelerindeki değişimde en  büyük rolün ABD’nin “belirleyici yirmi firması”na ait olduğu ileri sürülebilir. Ne var ki, bu değişimden ABD’nin memnun olması, bizim memnun olmamamızı gerektiren bir şey değildir. O, ekonomik çıkarlarını, Müslümanlar da özgürlüklerini elde etmenin yolunu düşünebilir. Gaybı ne ABD’li firmalar ne Müslümanlar bilebilir. Yapılması gereken gelişmeleri doğru okuyup Allah’a teslim olanların lehine süreci yönlendirebilmektir. Kâfirler Müslümanlara tuzak kurarlarken, Allahu Teala da müminler aracılığıyla ya da başka bir yolla onlara tuzak kurabilir. Kâdir-i mutlak olan O’dur, ABD’li çok-uluslu şirketler değil!
Anayasalarda özel ismin olmayacağını söyleyen Karakaş, Atatürk ilke ve inkılaplarıyla sorunu olmayan bir hayat tarzına sahip olsa da anayasadan Atatürk’ün çıkarılması gerektiği düşüncesinde. TC Anayasasının dibacesi şöyle başlıyor: “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda..” Atatürk’ü “tarihsel” konumuna yerleştirmek en iyisi. Federal Almanya anayasasının 1. maddesinde olduğu gibi niçin Türkiye’de de asıl amaç “vatandaşı korumak” olmasın!
Karakaş’a göre, anayasalar etnisite-kör olmalı. Anayasadan Türklüğün çıkarılması gerektiği gibi Kürtlüğün eklenmesi de doğru değil. Herkes devlete yurttaşlık bağıyla bağlanmalı. Aksi takdirde nüfusu az olan etnik yapılar kendilerini “dışarıda kalmış” hissedecek.
Diyanetin kaldırılması gerektiğini söyleyen Karakaş’a göre, dini kontrol altına alma amacıyla gardiyanlık yapmak üzere kurulan Diyanet İşleri Başkanlığına (DİB) zamanla sünnilerin bir kısmı aşık oldu ve DİB’e biat ettiler. Din işlerini cemaatlere bırakmak dinin devletin güdümünden, belirleme ve sınırlandırmasından, çarpıtma ve değiştirmesinden uzak kalması gibi bir hayırlı sonuç getirse de, pratikte dini düşüncenin “büyük cemaatlerin kontrolünde” ne kadar özgürlükçü olacağı bir muamma. Zira DİB’e bağlı bir imamın herhangi bir düşünce ekolüne bağlı olması, namaz vakitlerinin dışında uygun gördüğü Müslüman bir cemaate, derneğe, vakfa gidebilmesi mümkünken, herhangi bir cemaatin kontrolüne girmiş cami ve eğitim kurumunda bu özgürlük nasıl sağlanacak? Benzer şekilde “ilahiyatların da özelleştirilmesi” gündeme geldiğinde o kurumlarda “özgür düşünce” nasıl tesis edilecek?
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde göreve yeni başlayan milletvekillerinin, “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” şeklindeki yeminlerinin kaldırılması gerektiğini söyleyen Karakaş’a göre bu yemini AK Parti ve BDP’li milletvekilleri de ediyorsa demek ki artık bu metnin ciddiye alınacak bir yönü kalmamıştır. Hak vermemek elde değil.
Karakaş’ın yaptığı gibi liberal çıkışlar, Türkiye’de daha “özgürlükçü” bir ortamın oluşmasına hizmet edebilir ancak bazı sorunların çözümünü salt liberalizmde görmek bana göre değil. Onun ve benzerlerinin savunduğu liberalizm son tahlilde kapitalizmin egemen olduğu ve herkesin kapitalizm çerçevesinde istediğini söyleyebildiği ve yapabildiği bir özgürlük ortamıdır ki cahiliye olması açısından Kemalizm’den bir farkı yoktur.




[1] Karakaş’a göre, Arap Baharını 3 Kasım 2002’de başlatan ve hayret verici bir şekilde büyüyen Türkiye’de öyle oldu, eski döneme nispetle tüketim oranı daha da arttı.