Bu günlerde İl Kültür Müdürlüğü’ne gidip aldığım İngilizce olarak hazırlanmış Mevlana Museum adlı bir kitapçığı okuyorum. Erdoğan Erol’un hazırladığı çalışmada verilen bilgilere göre, 12 Ocak 1231’de Rumî’nin babası Sultanü’l-Ulema lakaplı Bahauddin Veled ölünce müritleri onun için bir türbe inşa etme talebiyle oğlu Rumî’ye geliyorlar. O da: “Gökyüzünden daha güzel türbe mi olur?” şeklinde cevap veriyor. Aynı şekilde kabirlerin anıt mezarlara dönüştürülmesine karşı çıkanlar Vahhabi damgasını yiyor ve bu çıkışları “hoşgörüyle” karşılanmıyor.
Peki, Alaaddin tepesi civarına ya da Mevlana müzesini ziyaret edip hac sevabı aldığını düşünenlerin görebileceği bir mekâna Rumî’nin “Gökyüzünden daha güzel türbe mi olur?” şeklindeki anlamlı sözünün yazılı olduğu bir pankart asılsa, bu pankart hoşgörüyle karşılanır mı, hiç sanmam?
Yesari Mustafa İzzet Efendi’nin marifeti
Yukarıda bahsettim kitapçıkta Rumî için yapılmış olan türbenin gümüş kapısına hat sanatı ustası Yesarizade Mustafa İzzet Efendi tarafından orijinali Farsça olan şu mealde dizelerin kazındığı belirtiliyor: Burası aşıkların Kâbesi olmuştur./Her kim ki gelmiş, tamam olmuştur.
 Bu ifadelere de “Tövbe tövbe!” demekten başka ne yapılabilir? Belki “mecaz” denip geçiştirilebilir ama böyle metafor olur mu, denirse bence olmaz. Aşıklar, Müslümansa mecaz olarak bile Kâbelerinin iki tane olması caiz değildir.
Basın açıklamaları ve mahalle baskısı
Dört haftadır Konya’da Kayalıpark’ta cumartesi günleri, başta başörtüsü yasağı olmak üzere, insan hakları ihlalleri kınandı ve basın açıklamaları yoluyla bu kınamanın Ramazan Bayramı’nın 2. Gününde de devam edeceği, İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından dile getirildi. Ne var ki, haksızlıklara karşı susmayan platform üyeleri gadre uğramış geniş kesimlerin desteğini yeteri kadar alabilmiş değil. Bunda etkili olan bir unsur da insanların hâlâ yasal olan bu açıklamalardan “Acaba başıma bir iş gelir mi?” kaygısıyla uzak durmaları. Alın size bal gibi bir mahalle baskısı! İnsanlar hukuken hiçbir engel olmamamsına rağmen korkularından meşru haklarını bile istemekten uzak duruyorlar.
Olan oldu el Kaide zanlılarının çocuklarına ve eşlerine
12/07/2007 tarihinde yazdığım yazıda şu ifadeleri kullanmıştım: “7 ilde eşzamanlı düzenlenen el Kaide operasyonunda yakalanan ve mahkemeye sevk edilen 38 kişiden 36’sı tutuklandı. Zanlıların başbakana suikast hazırlığında oldukları belirlendi. Bu haber 3 Şubat 2007 tarihli NTV’nin haberi. Üzerinden kaç ay geçti hala zanlılar mahkemeye çıkarılmadı. Konya’da yaşayan bir sanık yakınından öğrendiğime göre mahkeme 5 Ekim’de Adana’da görülecekmiş. Bu kadar süre sanıkların bekletilmesi doğru değil. Zira beklenti o ki, bu zanlıların çoğu serbest bırakılacak. Tahminler doğru çıkar da sanıkların önemli bir kısmı tahliye olursa mahkeme bu kişilere “pardon” demekle mi yetinecek? Geride bekleyen gözü yaşlı anneler, babalar, eşler ve çocuklar düşünülmeli değil mi?
Sanıklar mahkemeye çıkarıldı ve hepsi tahliye oldu. Yakınlarından o kadar süre uzak kalmaları da yanlarında kâr kaldı.
Eğitim-Bir sendikası delegeleri seçildi
Geçtiğimiz cumartesi günü Eğitim-Bir sendikasında delege seçimleri yapıldı. Seçimlere katılımın yüksek oluşu bu sendikaya gönül verenlerin sendikacılığı benimsediği şeklinde yorumlanabilir. Ancak hâlâ sendikacılığın, sendikacılık tarihinin, sendikanın insan hakları mücadelesindeki yerinin ve geçirdiği evrelerin, bu sendikanın diğerleriyle arasındaki farkın ne olduğu konusunda üyelerin yeterli bir kanaate sahip olmadıklarını düşünüyorum. Bu konudaki eksikliğin giderilmesi sendika üyelerinin gidermesi mümkün, yeter ki programa alınsın.
Not: Ramazan Bayramı’nızı tebrik eder, ahirette de bayram edenlerden olmanızı dilerim.
15 Ekim 2007 (Memleket gazetesi)