Geçtiğimiz haftasonu AKTİSAD'ın genel sekreteri Celal Güneş'in daveti üzerine Bosna'da eğitimci Servet Serin'in mihmandarlığında bir geziye katıldım. Öğrendiğimize göre, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1463 yılında fethedilmeden önce  alperenler, dervişler Bosna'ya kadar gelip İslam'ı tebliğ etmişler. Muhtemelen gördükleri ilgiden olsa gerek, ilk tebliğcilerden sözgelimi Sarı Saltuk'a ait ayrı ayrı yerlerde birkaç tane kabir yapılmış.
Fetihten bu yana Bosna'da Osmanlı sevgisi hiç kaybolmamış. Ancak bu sevgi “Boşnak kardeşlerimizi kitabî ölçülerde bir hayata mı taşıdı?” derseniz buna gönül rahatlığıyla "evet" demek kolay görünmüyor. Yine de Bosna halkının Aliya İzzet Begoviç gibi faziletli ve birikimli bir Müslüman liderin etrafında halelenmeleri ve Müslüman kimliklerini elden geldiğince muhafaza etmeye çalışmaları kayda değer.
1992-1995 yılları arasındaki savaşın ardından Hırvatlar tarafından, Saraybosna'daki Fatih Camiinin kıblesine Katolik lisesi, Mostar’ın (Su tutan anlamına geliyor.)  yüksek tepelerinden birine de 15 metre yüksekliğinde bir haç inşa edilmiş ve ışıklandırılmış. NATO’da görev alan İspanyol askerlerin yardımıyla yapılan bu haçın etrafına da -kimse zarar ver(e)mesin diye- mayın döşenmiş. Söz konusu tepenin eteklerinde bulunan bir kiliseye büyük bir kule inşa edilmiş. Her ikisiyle de Müslümanlara "Yükseklikte minarelerinizle bize yetişemezsiniz." mesajı verilmek isteniyor.
Başkent Saraybosna'da bulunan 500 yıllık Başçarşı da savaşta yerle bir edilmiş. Ancak Dünya Bankası'nın fonlarıyla aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Osmanlı'nın oradaki varlığının sembollerinden biri olan Mostar Köprüsü de büyük oranda aslına uygun olarak Türkiyeli bir mimar tarafından inşa edilmiş. Ancak bu sefer geçmeli 99 değil 93 taş kullanılmış.
Saraybosna’da 77 şehitlik var. Bunlardan Başkan Aliya’nın kabrinin de içinde bulunduğu şehitliği ziyaret etme imkânı bulduk. Bosna'da 250 bin şehit verilmiş. Şehit Selami Yurdan'ı da ziyaret etmeden dönmek olmazdı ama gezi programımızda Travnik olmadığı için ona selam söyleme işini başka bir grubu gezdiren önceki dönem AK Parti milletvekili Boşnak asıllı Hüseyin Kansu'ya havale ettik.
Gazi Hüsrev'in 1500'lü yıllarda Saraybosna’da yaptırdığı ve kendi adının verildiği camiye ait vakfa Gazi Hüsrev yönetici olarak bir Hırvat Müslümanı tayin etmiş. O zatın torunları hâlâ cami ile ilgilenmeyi sürdürüyormuş. Rehberimiz Halil İbrahim Okumuş’un verdiği bilgilere göre, bu camiin arkasında halen faal olan bir medrese var ve yasal statüsü Türkiye'deki Anadolu İHL'lere tekabül ediyor. Bu sayede camiin cemaatı kalabalık. Namaz kılan hanımlar  arka tarafta duruyorlar ancak –Türkiye’dekinden farklı olarak- namaz kıldıkları mekân erkeklerin namaz kıldığı mekândan duvar ya da perde ile ayrılmış durumda değil.
Ülkede savaş sırasında veya sonrasında gelen Türkiyeli, İranlı ve Arap Müslümanlar vahiy anlayışları doğrultusunda Boşnak kardeşlerimize bir bilinç kazandırmak için çalışıyorlar. Onlar günümüzün alperenleri olarak oradalar. Vatanlarını bırakıp oralara gidip tebliğ eden cefakâr insanlar.
Türkiye'den gidip orada okul açan kardeşlerimizden birisi "Burada İranlılar da Araplar inşa ettikleri camilerin yakınına inşa ettikleri kültür merkezlerinde faaliyet yapıyor ama hamdolsun bizim okullarımız da var." dedi. Anlaşılan Bosna’da ümmet bilincinin oluşması açısından daha alınması gereken mesafe var.
İlginç olan Boşnakların Hıristiyan olan (Ortodoks) Sırp ve (Katolik) Hırvatlar ile birlikte yaşadığı mahallelerin hâlâ var olması ama Hırvatlar ile Sırpların birlikte yaşadığı yerlerin mevcut olmayışı. Madem Müslümanlar bu kadar hoşgörülü olabiliyorlar, Türkiye’den iyi niyetlerle Bosna’ya giden Müslümanlar ne yapıp edip diğer ülkelerden gelen Müslümanlarla da bu ortamı hem de daha ileri boyutlarda oluşturmalılar.
Boşnakların; savaş sırasında Sırp ve Hırvatların oluşturduğu çemberi kırmak için açtıkları 800 metrelik tünelin içinden yürümek kadar etkileyici olmasa da, I. Dünya Savaşı'nın çıkmasına sebep olarak gösterilen bir Sırp gencinin Avusturya-Macaristan veliahdını öldürmesi olayının gerçekleştiği köprüden geçmek de ayrı bir duyguydu doğrusu.

Bosna gezisinin ardından diğer İslâm beldelerine gitme iştiyakım arttı, imkânınız varsa oraları görmeyi size de tavsiye ederim.