Ataerkillik sözcüğü genel itibarıyla İslam’ın aileye bakışına yönelik eleştirilerde negatif bir anlam yüklenerek kullanılmaktadır. Acaba İslam  ataerkil bir din midir? Varsa bu açıdan yalnız bir din midir? Kadınların “anaerkil bir toplum” (iktidar) özlemi söz konusu mudur yoksa erkekler mi bunu gündeme getirmektedir? Ataerkilliğin olmadığı bir toplum, kadınların lehine midir?
Günümüzde erkekler ataerkillik karşıtlığı bağlamında –Ali Bulaç’ın ifadesiyle- artan bir hevesle kadın-erkek eşitliğini, pozitif ayrımcılığı ve kadının iş, toplum ve kamusal hayata katılışını desteklemekte, bu yöndeki yasal değişikliklerin öncüsü rolü oynamaktadırlar. Oysa vahiy kaynaklı dinler (Yahudilik-Hıristiyanlık-İslamiyet), kadim hikmet öğretileri, beşeriyetin on binlerce süren örfü ve iki cinsin nefs-i vahide'de (Nisa, 4: 1) birleşen fıtratları "erkeği kavvam", kadını da ikisinden bağımsız olarak konulmuş norm ve kurallar çerçevesinde erkeğe itaatkâr kılar. Bu bağlamda Kur'an şöyle demektedir: “Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar.” (Nisa, 4: 34). Bu konuda İncil’deki ifadeler de şöyledir: “Kadın kesin bağımlılıkla (itaatle), sessizce öğrensin. Kadının öğretmesine ya da erkeğe egemen kesilmesine kesinlikle izin vermem. Kadın sessiz kalmalı.”[1] “Şunu bilmenizi istiyorum: (…)Kadının başı erkektir.”[2]
Kur'an’daki ayetten ve İncil’deki ifadelerden anlaşılıyor ki, erkek kadın üzerine otoritedir. Bu otorite dünyevi işleri içeriyorsa da daha ziyade evlilik hayatında erkeklerin üstünlüğü ve idareciliğinin kastedildiğini söylemek daha uygundur.[3] Onun bu (kavvam) rolü, erkeğe epeyce bir sorumluluk yükler. Kadının erkeğe sağlayacağı avantajlar (cinsel haz, ev-içi hizmet vs.) karşılığında erkek onun geçimini ve güvenliğini üstlenir. Din erkeğin “kadına erişimini” bu şarta bağlamış, neslin devamını bu düzende mümkün görmüştür. Dolayısıyla "kavvam"lık erkeğin hükmettiğini tescil etse de bu hükmetme tahakküme ve zorbalığa dönüşürse ancak o zaman erkeklerin hak ihlalinde bulunduğu söylenebilir. Ataerkillik manasında kullanılan ve kavvamlığı çağrıştıran patriarka sözcüğü de Latince patria (baba) ve Yunanca achein (hükmetmek) kelimelerinden türemiştir ve günümüzde “anaerkil” bir toplum da bulunmamaktadır. Dolayısıyla bir toplum sırf ataerkil diye suçlu ilan edilemez. Suçlanacak bir şey varsa o da haksızlık üzere tesis edilmiş kadın-erkek ve karı-koca ilişkileri olmalıdır.
Kadınların –istisnalar hariç tutulursa- bir iktidar talebi olmamasına rağmen “ataerkilliği” suçlama aracı olarak kullanmak pek doğru görünmemektedir. Kadınlara eşit imkanlar sunulsa bile “anaerkillik” yönünde bariz bir değişim gerçekleşmemektedir. Sözgelimi, 12 Haziran 2011 tarihinde Türkiye’de düzenlenen milletvekili seçimlerinde üç partinin seçimler için birinci sıraya koyduğu kadın aday sayısı AK Parti’de 1, MHP’de 2 ve CHP’de 4 idi. 2009 nüfus sayımına göre Türkiye’de kadınların nüfusu neredeyse erkeklerle eşit olmasına rağmen (kadın nüfus sadece 300 bin civarı eksik) kadınlar tarafından “Siyaset arenasında bu kadar eşitsizlik olur mu?” diye kıyamet koparılmadı. Hatta bildiğim kadarıyla parti liderlerinin zorlamasıyla milletvekili seçimleri için “kadın kontenjanı” oluşturuldu ve seçilecek yerlerden kadın adaylar belirlendi (başörtülü kadın adaylar o kadar şanslı değildi tabi). Gözlemim o ki kadınlar “hükmetmeye” erkekler kadar heves etmiyor. Evdeki “yöneticilik” genel itibarıyla yeterli görülüyor. Zaten özellikle siyasi konular gündeme geldiği zaman hanımların kısa sürede dikkatleri dağılıyor ve siyaseti hayatlarında merkezi bir konu olarak görmüyorlar.
İyi niyetli çabaları bir kenara koyarsak, acaba “ataerkillik” eleştirisi yapanlar kadınları erkek (baba, ağabey vs.) himayesi karşısında “savunmasız” bireyler haline mi getirmek istiyor?
11 Ağustos 2011 (Memleket Gazetesi)



[1] İncil, Timoteos’a I. Mektup, Kadınların Yeri, 11-12.
[2] İncil, Korintoslulara I. Mektup, XI: 3.
[3] Derveze, İzzet; et-Tefsir'ul-Hadis, (çev: Vahdettin İnce ve diğerleri), 7 cilt, 2 bs., Ekin Yay., İst., 1998, 122.