Bir vesileyle Karatay Müftüsü Musa Dolar ile tanıştım kısa sohbetimizin ardından bana Abdullah Uçar’ın “aşıklar sultanı Hz. Mevlana” (Konya-2009) adlı eserini hediye etti. Bu yazıda, iyilği emir-kötülüğü nehiy çerçevesinde eseri üzerinden Molla Kasımlık yapmak ancak Molla Kasım’a atfedilen kaba softa, cahil vb. sıfatlardan beri tutulmak ve okuduğum kısımlar hakkında değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.
Yazar “yeryüzünün paratonerleri, asumanın astronotları, mana deryasının sörfçüleri” gibi ilginç tanımlamalarla tasavvuf literatüründeki anlamıyla “evliya”dan bahisle bir hadis (Buhari, Rikak, 38) aktarmaktadır: “Arz üzerine onların hürmetine yağmur yağar, ehl-i arz onlar sayesinde yiyecek-içecek bulur. Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim.” Söz konusu hadisin yazarın aktardığı kısmının çevirisi aslında şöyledir: “Her kim Benim velîlerimden bir velîye düşmanlık ederse, şüphesiz Ben ona harp ilan ederim.” Aslında yağmurlar ve rızkımız bize Allah tarafından verilmektedir. Yağmuru Allahu Teala yağdırdığına ve O’ndan daha yücesi olmayacağına göre yaygın ama yanlış “… hürmetine” türü ifadelerden uzak durmak gerekir. Nitekim Resulullah (s) zamanında Peygamberimizin oğlu İbrahim (r) vefat ettiği gün güneş tutuldu. İnsanlar, “Güneş ibrahim'in ölümünden dolayı (Onun hürmetine diye de okuyabiliriz.) tutuldu.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s), "Güneş ile ay hiçbir kimsenin ne ölümünden ne de hayatından dolayı tutulur. Bunu görünce hemen namaza durup Allah'a duaya koyulun.” buyurmuştur (Tecrid-i Sarih, c. 3, Hadis No: 547).
Tasvvuf ve tarikatlardaki sapmaların farkında olduğunu hissettiren Uçar, Ahmet Yesevî’nin samimiyetsiz ve cahil şeyhlerin geleceğini ta o dönemde Allah’ın verdiği kudretle bilmiş olacağını ileri sürerek şu dizeleri nakletmektedir: Başiga destar sarar/İlmi yok neye yarar/Oku yok yayın kurar/Ahir zaman şeyhleri. Yesevî muhtemelen Hz. Muhammed (s)’in gelişiyle başlayan ve kıyamete kadar kadar sürecek olan dönemde “kendi zamanındaki tecrübelerini ve gözlemlerini” aktarmaktadır. Ancak yazar ona Allah’ın gaybı bildirdiğini ima etmektedir. Halbuki, “Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir.” (Cin, 72: 26-27).
Yazar, “Cenab-ı Hak peygamberlere ve evliyalara bazı güçler verir. Allah’ın dilediği nispette, zamanda ve zeminde onu kullanırlar.” dedikten sonra kaybettiği oğlunun ta Mısır’dan kokusunu hisseden ancak Hz. Yusuf’un kuyuya atılmış olmasından haberdar olamayan Hz. Yakub’un insanlara şöyle dediğini aktarmaktadır: “Bizim halimiz şimşeğin çakışındaki ışık gibidir. O an her şey görülür, sonra her yer zifir gibi olur. Bizim de gözümüzden Allah bir an perdeyi kaldırır, görürüz, söyleriz ama bu bir anlıktır, demiş.” Uçar bir peygamber hakkında aktarımda bulunurken Tahirü’l-Mevlevi’yi değil Kur'an’ı tercih etseydi usül açısından doğru olanı yapmış olurdu. Vahyin onaylamadığı herhangi bir metnin peygamber hakkında zan oluşturma ihtimali söz konusudur. Kaldı ki yazar, dediğimiz gibi yapmış bile olsaydı yine de “peygamberlere dair bir vahyi bildirim” yazarın anladığı ve yaptığı şekliyle evliyaya şamil kılınamazdı.
Kitapta bir Molla Kasım (Bildiğim kadarıyla bu belli bir şahıs değil tipleme) eleştirisi de yapılmaktadır: “Molla Kasım’ın, Yunus Emre’ye ait Cennet cennet dedikleri/Üç-beş köşkle birkaç huri/İsteyene ver onları[1]/Bana seni gerek seni. Dizeleri gibi dar kafasına, kısır düşünce ve duygularına uygun olmayan 2000 beyti yırttığı aktarılmaktadır. Çünkü Molla Kasım beyitlerdeki manaların künhüne vakıf olamamaktadır. Yırtma sırasında, Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sığaya çeken bir Molla Kasım gelir. beyitini görünce Molla Kasım’ın aklı başına gelmiştir ama iş işten geçmiştir artık.” Ne var ki, Yunus Emre’nin bu şiiri Allahu Tealanın cennet nimetini tahkir niteliği taşıdığı ve yanlış olduğu söylenebilir. Ayrıca Molla Kasım’ın hatasını anladığı beyitte bir Molla Kasım eleştirisi değil Yunus Emre tarafından bir özeleştiri yapıldığı görülmekte ve Yunus Emre’yi belki de bu erdemli ve mütevazı tavrı açısından tebrik etmek gerekmektedir.
1 Nisan 2010 (Memleket Gazetesi)







[1] Abdulbaki Gölpınarlı’nın, Yunus Emre ve Tasavvuf adlı eserinde bu beyitteki “İsteyene” diye başlayan beyit şöyledir: Sûfilere vir sen anı bana seni gerek seni bkz. Baydar, Ahmet, Din ve Dua, Beyan Yay., İst., 2009, s. 34.