Nuriye Akman’ın yakın zamanda aramızdan ayrılan, mesnevîhan (Mesnevî okuru) Şefik Can ile Zaman gazetesinde 04/03/2005 tarihli bir röportajı yayınlandı. Mevlana’yı örnek alan bir zatın Mesnevî’nin “sahih” bir metin olup olmadığına dair görüşleri oldukça ilginç. Röportajı yapan Nuriye Akman’ın işi konusundaki titizliği de hesaba katılınca söylenenleri dikkate almamak neredeyse mümkün değil.
Şefik Can’a göre Mevlana, altı ciltlik Mesnevî’nin başta bulunan 18 beyitini kendisi, diğer bütün beyitleri de müridi Hüsamettin Çelebi yazmış, daha sonra da bu yazılanlar İslâm aleminin değişik bölgelerine yayılmıştır. Bunların içinde bazı nüsha farkları vardır. O nüsha farkları doğrudan doğruya onu yazan kişilerin, heyecana gelerek aynı vezinde -failatün, failatün, failün- herhangi bir beyiti eklemesi ve bu şekilde az da olsa başka unsurların karışmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Yine Can’a göre, Mevlana’yı sevenler çok olduğu için, Mevlana’nın adına, insanları kendi fikirleri doğrultusunda yönlendirmek için, başka kimseler tarafından, Mevlana’ya ait olmayan, bir de yedinci cilt yazılmıştır. Bu cilt de aynı vezne sahiptir. Fakat, üslup itibarıyla, Mevlana’nın üslubuna benzememektedir. Sonra, orada bazı İslâmî olmayan fikirler mevcuttur. Beşinci cilt Mesnevî’nin önsözünde şeriatın, hakikati bulmak için bir ışık, bir meşale olduğu, insan dervişlik yoluna tarikata girip hakikate doğru giderken, ondan yararlandığı ama hakikate ulaştıktan sonra, artık onun kaldırılıp bir tarafa atılacağı söylenmektedir. Bu fikirler, bu önsöz Mevlana’nın değildir.
Beşinci cildin önsözündeki çarpıklık, ilk yazılan önsözler gibi değildir. Başka birisi tarafından yazıldığı bellidir. Konu araştırıldığında birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, altıncı cilt Mesnevîlerin önsözünde, kenarlarında, Selçuklu devrinin tezhipleri süsleri varken, bu beşinci cildinde yoktur. Yazı itibarıyla da ayrı olduğu ve başka bir hattat tarafından, Mevlana’dan sonraki asırlarda yazıldığı açıkça görülmektedir. Anlaşılıyor ki, bu beşinci cildin önsözünü atmışlar, oraya uydurma Mevlana’nın olmayan bir önsöz yazmışlardır. Nitekim, Abdülbaki Gölpınarlı da, bu konunun üzerinde durmuştur. Beşinci cildin önsözü insanların ayağını kaydırmak, şeriattan uzaklaştırmak için sonradan yazılmıştır.
Yine mesnevihanımızın söylediğine göre, Divan-ı Kebirlere birçok yerlerdeki basımlarında başkalarının şiirleri karışmıştır. Bilhassa Hindistan’da basılmış bir Divan-ı Kebir vardır. O Divan-ı Kebir’e, Şemsi Tabasi diye bir zatın, birçok uydurma şiirleri katılmıştır.
Görüldüğü gibi bir  Şefik Can, Mesnevî’nin “sahihliği” konusunda rahatlıkla kuşkularını dile getirebiliyor. Aslında röportajda görmek istediğim ancak herhangi bir yorum göremediğim birinci cildin önsözündeki şu ifadelerdi: “Bu kitap, Mesnevî’dir. O, ulaşmada, tam inanış sırlarını açmada din temellerinin temelleridir. O, Allah’ın en büyük fıkhıdır. Allah’ın en aydın şeriatıdır, en reddedilmez delilidir. (…) Şanları yüce, özleri hayırlı yazıcılar, elleriyle yazmışlardır onu. Tertemiz kişilerden başkasının ona dokunmasına meydan vermezler. Alemlerin rabbinden inmiştir. Batıl ne önünden gelebilir ne ardından. Allah gözetir onu, korur onu. O’dur en hayırlı koruyan, merhametlilerin en merhametlisi. Başka lakapları da vardır, Allah takmıştır o lakapları ona.”
Merak ettiğim bir şey daha var. mesnevîhan Şefik Can’ın Mesnevî’nin birinci cildindeki önsözün de Mevlana’ya ait olmadığı şeklinde bir kabulü var mı? Yok ise, Mesnevî’nin kısmen de olsa “otantikliğinin” bozulduğunu söylemesine rağmen Şefik Can nasıl hâlâ mesnevîhan olarak kalabiliyor? Var ise elimizde mevcut olan Mesnevî’nin hangi kısmının sahih olduğuna kim karar verecek? En iyi çözüm şu olamaz mı: “Mesnevî diğer kitaplar gibi bir kitaptır. İçinde yanlışlar da olabilir, doğrular da. Doğruları alır, yanlışları bir kenara bırakırız.”

10/03/2005 Memleket Gazetesi/Konya