Aytunç Altındal, sürekli olarak dine duyarlı kesime ait basın yayın organlarında misyoner tehlikesine dikkat çekiyor. Ulusalcılar bu konuya ülke bütünlüğü, Müslümanlardan misyonerlik meselesini canlı tutanlar ise dinî kaygıları açısından bu meleseye yaklaşıyor.
Devlet ülke halkını bir arada tutan unsur olarak “kontrol altında tutulan İslâm”ı görüyor ve “kültürel İslâm” zemininde “Kitabî İslâm”a veya tamamen “İslâm dışılığa” bir kayma olmasını istemiyor. Din ile doğrudan bir ilişkisi olmayan İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’i bile bu konuda dindar insanlardan daha fazla hassasiyet gösterirken görüyoruz. Bu hassasiyetlere tehdit sıralamasında öncelik verilen Müslümanların da büyük oranda misyonerlik konusunda devletçi, ulusalcı ve laik kimliği ön plana çıkan kesimlerle hemen hemen benzer şeyler söylemeleri de olayın ironik yönü. Acaba gerçekten misyonerler tehdit midir?
Doğrusu ben meseleyi çok abartmama taraftarıyım. Zira Hıristiyanları teolojik olarak İslâm’a muhalefet edip bertaraf edebilecek güçte görmüyorum. Çünkü ellerinde sağlam kalmış “bir” kitap yok. Miladî 170 yıllarında resmiyet kazanmış sayıları dörde indirilmiş ve birbirini tutmayan İncillerle gelseler ne olacak?! Aslı elinde bulunmayan kitabıyla, neredeyse her kilisesinin ayrı bir bakış açısına sahip olduğu Hıristiyanların Müslümanları yoldan çıkarması nasıl mümkün olur? Eğer imanımız doğmuş ve ölmüş olduğuna inanılan Hz. İsa’ya bağlı olduğunu ifade edenlerin telkinleriyle gidecekse, bu nasıl bir imandır?
Türkiye’de gayr-ı İslâmî birçok eser okunuyor, TV seyrediliyor. Genç yaşlı herkes bu ifsat edici unsurların etkisinde kalıyor. Bunlarla mücadele konusunda bir gevşeklik yaşanırken İncil ehline karşı, dinden tümden uzak durmaya çalışanlarla “birlikte” bir duyarlılık alanı oluşturulabiliyor. Bu çelişkili tavır, olayları doğru kavramaktan alıkoyuyor.
Bir defa misyonerlik yasaklansın demekle, Müslümanların tebliğinin yasaklanmasına aynı anda karşı çıkmak nasıl mümkün olur? Bu tevhid ve adalet ehline yakışır mı? Biz misyonerler kadar çalışmıyorsak, “Hem yatalım hem onları da zorla yatıralım!” demek tutarlı olur mu? Bir yanda yaklaşan yılbaşında içki içecek, zina edecek, kumar oynayacak inananlar; bir yanda da içkisi, kumarı, zinası olmayan insanları buna davet eden ancak itikatları bozulmuş Hıristiyan misyonerle. İlki doğduğu ortamdan dolayı Müslüman ve eninde sonunda cennete girme garantisine sahip, ikincisi ise ne kadar iyi ahlaka sahip olursa olsun cehennemlik!?
Tabi böyle bir itiraza gelmesi kuvvetle muhtemel cevap şudur: “Kalbinde zerre kadar imanı olan cennete girecek. İçki de içse, zina da etse, kumar da oynasa bir süre yanar ve cennete girer.” Bu bakış açısını kesinlikle doğru bulmuyorum. Zira Ehl-i Kitab’ın bakış açısı da bundan farklı değildir: “De ki; Allah yanında ahiret yurdu (cennet) başkalarının değil de yalnızca sizin ise, iddianızda da sadık iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz, ölmeyi cana minnet biliniz. Fakat elleriyle işledikleri yüzünden onu hiçbir zaman temenni edemeyecekler. Allah o zâlimleri bilir.” (Bakara, 2: 94-95).  Müslümanların görevi şirkin sadece Hıristiyanlarda mevcut olanına muhalefet değildir. Müşrik olanlar sadece Hıristiyanlar da değildir. Yani Allah cenneti kimseye tapulamış değildir. Hıristiyan misyonerlerin  getirdiği yanlış inanç ve uygulamalar nedeniyle onları istememek yetmez. Kendimizi o bakış açılarının “İslâmileştirilmiş” olanından da arındırmalıyız.
Bahsettiğimiz arınma ise, misyonerleri Türkiye’deki ulusalcılarla, İşçi Partililerle, laikliği din olarak dayatanlarla ve ateistlerle kol kola girerek olmaz. Aksine Kur'an okuyarak, Hz. Peygamber (s)’i örnek alarak, hayatı, problemleri tanıyıp vahiy ile arasında “doğru irtibat” kurarak sağlanabilir. İnsan ancak gösterdiği cehdin karşılığını bulacaktır. Bunu gerçekleştirdiğimiz durumda misyonerler gelse ne yazar? Büyük ihtimalle Müslüman bir tebliğci olarak ülkesine döner. Her yıl, Konya merkezli olarak yapılan ancak medya aracılığıyla tüm ülkenin gündemine sokulan “Gel, gel ne olursan ol yine gel!” konulu konferanslar, programlar düzenlenecek, bu çağrının evrensel bir çağrı olduğunu ısrarla vurgu yapılacak ve bu davete  misyonerler de icabet edecek. Ancak onlar gibi Müslüman değil ama müşrik olan misafirleri, onlarla denk tutmayıp sırf misyonerlere has, “Niye geldiniz lan!” denilecek. Olacak iş mi?
29.12.2004 Memleket Gazetesi/Konya