Bugün II. Abdülhamid’in aramızdan ayrılmasının yıldönümü. 1918’de hayata veda eden padişah, İslâm ümmetinin hayrına birçok eyleme imza attığı için, dini duyarlılığı olan çevrelerde genellikle “hayırla” yad edilir. Bu tutum güzeldir ancak “öncekilerin” yaptıklarından ibret almak olumsuzlukların tekerrüründen çok daha güzeldir. Bu bağlamda, Müslüman düşünce dünyasında Fatih’i hariç tutarsak, diğer sultanlara nispetle daha olumlu bulunan II. Abdülhamid’in, döneminde belki de çaresizlikten yaptığı -hiç de makul olmayan- icraatlarını görmezlikten gelemeyiz.
Sözgelimi, 1877 yılında yeni kurulmuş olan Osmanlı meclisini azınlık mebuslarının meclisi kendi siyasî çıkarları için kullandıkları gerekçesiyle kapatıp, anayasayı askıya aldı. Yönetimin üst kademelerinde yer almak sürgüne gebe olmak demekti 1877’de I. Meşrutiyet Meclisi’ni lağvettiğinde Meclis mensuplarını siyasetten uzaklaştırmak için taşrada göreve atadı.
O sıralarda kendisini sert bir şekilde eleştiren temsilcilere İstanbul’u terk etmelerini emretti. Bu durum Arap entelektüellerini galeyana getirdiği için Araplar arasında yönetim karşıtı duygular kabardı. Muhaliflerin bir kısmı yer altına çekildi. 1880 yılında Beyrut, Şam, Trablus ve Sayda duvarlarında Arapları Osmanlı iktidarına karşı ayaklanmaya çağıran afişler görülmeye başlandı.
Onun döneminde Selefî yönü ağır basan Müslüman aydınlar görüşlerini yaymada gayr-ı resmî sansür ve takibata uğrama tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Onların karşılaştığı en sert muhalefet geleneksel ulemadan geldi. Bunlar, Abdülhamid’e bağlı, Avrupa’nın her şeyinden nefret eden bir seçkin din alimleri grubuydu. Abdülhamid ve din konusundaki danışmanı Ebu’l-Huda es-Seyyadî, Selefîlerin bâtıl addettiği inanışların taraftarıydı. Abdülhamid Müslüman gruplara karşı eşit mesafede duramadı ve Müslümanların halifesi olduğu inanışını yaygınlaştıran sufî tarikatları destekledi. Onun İslâmî siyaseti bu minval üzereydi.
Abdülhamid, gerek hazinesinden ve mahallî idare kasasından, gerekse vakıf imkânlarından tahsis ettirdiği büyük miktarda malî imkânı Ebu’l-Huda’nın emrine verdi. O da bu paraları Suriye ve Irak’ta sufî tekkelerinin yaygınlık kazanması için harcadı. Rufâi zaviyeler inşa ettirip her birinin başına bir “halife” atadı. Bunlara aylık maaş bağladı. Rufaîlerin verdikleri desteğin karşılığı olarak Abdülhamid, 1886 yılında bu tarikat üyelerini askerlikten muaf tuttu. Bu özel ilgiye mahzar olmuş tarikatın o zamanki lideri olan Müneyyir, sultana itaati öngören içinde 40 hadisin yer aldığı bir eser kaleme almış ve bu kitapta “İmam’a itaat aynen peygamber’e itaat gibidir. Ve ona isyan aynen Peygamber’e isyan gibidir.” demişti. Sultan himayesi ile cesaretlenen tutucu dindar kesim, geleneksel dinî inanışları ve sultanın otoritesini savunmayı vazife bilen bir çeşit sancaktar veya ideoloji polisi oldu.
Abdülhamid döneminde basında yer alması yasak kelime listeleri bile yayınlandı. Bu sözcüklerin bazıları şunlardı: İhtilal, anarşi sosyalizm, patlayıcı madde, çılgınlık, anayasa, hürriyet ve eşitlik.
Sultan, Cevdet Paşa başkanlığında oluşturulmuş Mecelle komisyonunu dağıttı, mecelleye karşı olan ulema ile fikir birliği içinde hareket etti.
Bunları nereden mi çıkardım? Bu sıralar konuyla ilgili üç kitap karıştırdım Birisi A. Emin Dağ’ın “Suriye”, diğeri Hamid İnayet’in “Arap Siyasi Düşüncesinin Seyri” ve son olarak da David D. Commins’in “Islahat Hareketleri” adlı eseri. Size de tavsiye ederim.

10.2.2005 Memleket Gazetesi/Konya