Bugünkü köşe yazıma bir misafir ağırlamak istedim. Acıyan yanlarımızı harekete geçirmesi dileğiyle…

Evet Felluce’de bayram sabahıydı.. Sokaklar ışımaya başlayacaktı birazdan.
Zeynep' in gözlerinde iki kurumuş yaş damlası. Kurumuş gözleri.
On üç yaşında bir kız çocuğu Zeynep. Uzaklara daldı mı irileşen zeytin karası
gözleri var kumral saçlarının altında.
Ama bu gözler savaş karası değil, ölüm karası değil, zeytin karası.
Daha dün okula gidiyordu, oynuyordu bahçesinde, yeni şarkılar öğreniyordu barışa dair ve şiirler, yepyeni bir dünya kurma adına.
Bugün okulları yok! Kitaplarını askerler yaktı!
Babası şehir mektebinde tarih öğretmeniydi. Bir gün askerler geldi evlerine.
Ellerinde kocaman silahlar vardı, daha önce hiç görmediği silahlar..
O böyle şeyleri sadece filmlerde görmüştü.
Babasına, "Sen asisin, halkı isyana kışkırtıyorsun." dediler, götürdüler...
Hiçbir şey anlamadı Zeynep.
Gözleri abisini aradı boşlukta belki yardım eder umuduyla. Ama abisi yoktu.
Öyle Bir geceydi ki o;
Amerikan uçakları şehre dalmış ve bombalar yağdırmışlardı evlere, şeker
yağdırır gibi.
Çığlıklar geliyordu kulaklara, anne çığlıkları, çocuk çığlıkları.
Sonra ses kesti bütün sesleri .
Sadece burunlara gelen yanık et kokuları ve ağlamakla, bağırmak arasında yükselen insan sesleri kaldı geride.
Zeynep' in kulaklarına babasının hıçkırıkları geldi önce sonra çıktı odasından.
O gece annesi abisinin odasında uyumuştu.
Hastaydı abisi. Çok hasta..
Bütün gece kusuyor, ateşler içinde yanıyor, sonra soğuktan üşüyor, titriyordu.
Annesi abisine bakıyordu o gece. Zeynep kendisini abisinin odasında buldu.
Siyah gözleri önce babasının hıçkırıklarıyla sonra düşmüş damın altında kararmış iki siyah cesetle buluştu.
İki yanmış beden.
Cansız!
Hiçbir şey anlamadı Zeynep.
Çünkü o bir çocuktu..!
Bu sabah bayram sabahı. Uyku tutmamış gözleri.
Felluce'nin çocukları uyanık. Ezan sesleri giriyor pencerelerden.
Sonra bir bebek ağlaması.
Zeynep'in on sekiz aylık kız kardeşinin sesiydi bu. Adını annesi koymuştu: Feyza.
Savaşın çocuğu.
Bir kibrit alıp kandili yaktı. Feyza’nın beşiğine vardı küçük ve ürkek adımlarla.
Yumuşacık ve şefkat dolu ellerle, tıpkı anne şefkati gibi bağrına bastırdı.
"Uyandın mı benim minik ve bahtsız kardeşim? Sabahların nur olsun. Acıktın mı küçüğüm?"
Feyza'nın ağlaması kesilmiş, küçük dudaklarına tatlı bebek gülümsemesi gelmişti.
"Anne" diyordu, Feyza. Ablasını anne sanıyordu. Nereden hatırlayabilirdi ki annesini?
Kelimeler boğazında tıkandı..
Mutfağa gitti. Boş ve çıplak mutfağa.
Önceki gün yardım örgütlerinin vermiş olduğu sütü koydu ocağa.
Sonra bayatlamış hurma liflerini bir sahanda ezip şerbetini yaptı.
Bu onun bayram tatlısıydı…
Sokaklardan insan sesleri gelmeye başladı. Gün ağarmıştı dışarıda.
İnsanlar bayramlaşacaktı.
Sonra çocuk sesleri geldi birer birer. Felluce'nin çocukları.
Kardeşini sıkıca giydirip dışarı çıktılar. Sokaklara...
Zeynep kardeşiyle kendini şehir mezarlığında buldu.
Anne ve abisinin mezarının başında. Bayramlarda hep elini öperdi onun, bu
sabah öpemeyecekti. İçinden bir ürperti gelip, geçti.
"Anne" dedi, "Bak biz geldik. Kızların. Sana minik Feyza'yı getirdim. Bak nasıl da gülüyor?”
Sonra başka sesler geldi mezarlıktan, başka bayram tebrikleri...
Çocuk sesleriydi bunlar. Felluce'nin çocukları.
Kimisinin babasıydı, kimisinin annesi, abisi, ablası toprağın altında yatan.
Onlar elini öpmeye gelmişlerdi kara toprağın.
Onlar bu şehrin erken büyüyen çocuklarıydı.
Onların hepsi adam.
Ve birdenbire düştü dam o bayram sabahı.
Açıldı gökyüzü...
Mustafa Burak Sezer
18.11.2004 Memleket Gazetesi/Konya